DNA nın Varlığı

Miescher
Cerrahi sargı bezlerinden elde edilen hücrelerde ve som balığı spermlerinde bol
miktarda bulduğu yüksek molekül ağırlıklı organik fosfat bileşiğine NÜKLEİN
demiştir. Daha sonra NÜKLEİK ASİT olarak ifade etmiştir.
Kossel
Nükleik aitlerin 5 karbonlu şeker-fosforik asit-azotlu baz dan oluştuğunu
ortaya koymuştur.
Ascoli, Leven ve Jones
Nükleik asitin 2 alt türünü ayırt etmişlerdir.

DNA ve RNA

Bu moleküllerin diğer moleküllerden önemli farkı kendi benzerlerini
oluşturabilmeleridir.
Bir molekülün genetik materyal olabilmesi için çeşitli ölçütlere sahip olmalıdır.
Bu ölçütleri 4 grup altında toplayabiliriz.
1. Tam bir organizmayı oluşturmak için genetik bilgiye sahip olmalıdır
(İnformasyon).
2. Üreme esnasında dölüne geçebilmelidirler (Transmisyon).
3. Döle geçebilmesi için kopya edilebilmelidirler (Replikasyon).
4. Genetik materyal her tür içinde farlılıklar oluşturabilecek çeşitliliğe sahip
olmalıdır (Varyasyon).

NÜKLEİK ASİTLER

NÜKLEİK ASİT Nükleik asitler, hücresel olayların yönetimini sağlayan organik moleküllerdir. Bütün canlıların Genetik Maddesini ( Genom = Kalıtım maddesi ) oluştururlar. Nükleik asitler, tüm kalıtsal bilgileri taşıyan ve bu bilgileri protein sentezine dönüştüren, tüm canlılarda bulunan en büyük organik moleküllerdir.ÖZET 20.yyın temel bilimsel başarılarından birisi de genetik bilginin transferi ve protein biyosentezinin kontrolünde kimyasal ilişkilerin moleküler düzeyde açıklanmasıdır.

İlgili maddeler nükleik asitler olarak adlandırılan biyolojik makromoleküllerdir. 1865’de Alman bilgini F. Mischer balık sperminden ilk kez nükleik asidi izole etti. Buna hücre çekirdeğinden izole edildiği ve asit özelliği gösterdiği için nükleik asit denmiştir (DNA). Bugün RNA ( Ribonükleikasit ) ve DNA ( Deoksiribonükleik asit ) olmak üzere iki çeşit nükleikasit vardır. Bunlar az veya binlerce kg/mol. molekül ağırlığa sahip makromoleküllerdir. RNA’ nın stoplazmada, DNA’ nın ise plastid ve mitokondrilerde de bulunduğu artık günümüzde bilinmektedir. Hücrede DNA’nın önemli bir kısmı çekirdektedir, bunlar kalıtım faktörlerini taşır. Elektron mikroskobik gözlemler DNA’ nın uzun, ipliğimsi ve dallaşmayan makromoleküller olduğunu gösterir.

DNA’nın özellikle hücre çekirdeğinde yoğun olmakla birlikte plastidler, mitokordrilerde de az miktarda vardır. Bakteri hücrelerinde DNA nükleotitde, siyonofit hücrelerinde kromidial apareyde yoğunlaşır. Virüslerin çoğu DNA içerir. Nükleikasitler daha çok bilgi taşıyıcıdır. Nükleikasitlerin yapıtaşlarına “Nükleotid” denir. Her nükleotid şeker, fosfor asidi ve azotlu organik baz moleküllerinden oluşur. İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ i ÖZET iii İÇİNDEKİLER iv 1. GİRİŞ 1 2. NÜKLEİK ASİTLERİN YAPISAL ÜNİTELERİ 4 2.1. Şekerler 4 2.2. Bazlar 5 2.2.1. Pirimidinler 5 2.2.2. Purinler 7 2.2.3. Nadir Rastlanan Bazlar – Modifiye Bazlar 8 2.3. Nükleositler 10 2.4. Nukleotitler 12 2.5. İnorganik Fosfat 12 2.6. Makromolekül Yapısı 13 2.6.1. Nukleik asitler 13 2.6.2. Polinukleotitler 13 3. DEOKSİRİBONUKLEİK ASİT ( DNA ) 16 3.1.

DNA’ nın Yapısı ve Özellikleri 17 3.1.1. DNA’ nın Birincil Yapısı 17 3.1.2. DNAnın İkinci Yapısı : İkili Sarmal 17 3.2. DNA nın Denaturasyonu ve Renatürasyonu 20 3.3. DNAnın Çeşitli Formları : 22 3.4. DNA Molekülünün Baz dizisinin Tayini 25 4. RİBONÜKLEİK ASİTİN (RNA) YAPISI VE ÖZELLİKLERİ: 26 4.1. Haberci ( messenger ) RNA ( m RNA ) : 27 4.2. Transfer RNA ( t – RNA ) 27 4.3. Ribozomal RNA ( r – RNA ) 28 4.4. RNA Baz dizisinin Tayin Edilmesi 29 5. NÜKLEİK ASİTLERİN FONKSİYONLARI : 29 5.1. DNA ların Eş Oluşturma Mekanizması –Replikasyon Olayı 29 5.2. Transkripsiyon 33 5.3. Translasyon : 34 6.

PROTEİN SENTEZİ 36 7. KROMOZOMLAR, GENLER 43 8. MUTASYON VE DNA ONARIMI 43 9. GENETİK KOPYALAMA 45 10. AİDS 46 11. SONUÇ 49 12. KAYNAKLAR 50 GİRİŞ Yaşam bilgilerini içeren, bunları saklayan ve proteine dönüştürülmesini gerçekleştiren biyopolimere “Nükleik Asitler” denir. Nükleik asitler, kalıtsal faktör taşıyıcıları ve protein sentezinin anahtar maddeleridir. 1865‘de Alman bilgini F. Mischer balık sperminden ilk kez nükleik izole etti. Buna, hücre çekirdeğindeki kütleden izole edildiği ve asit özelliği gösterdiği için “Nükleik Asit” denmiştir. O zaman bazı bilginler bunun genetik madde olabileceğini düşündüler. Fakat yapılan analizler sonucunda yapısında sadece dört farklı baz bulunduğu anlaşılınca, bu düşünceden vazgeçildi. Çünkü bu kadar az sayıda bazla pek çok sayıdaki genetik bilgi nasıl tutulabilirdi?

Bundan sonra bazı proteinlerin genetik madde olabileceği düşüncesi yaygınlaştı. İzole edilen DNA’ya sadece basit bir hücre ögesi olarak bakıldı. Fakat 1944 – 1952 arasında yapılan deneyler DNAnın bir genetik madde olduğunu kesin olarak ortaya koydu. Örneğin, patojen olan bir pnömokok hücresinden ayrılan DNA, patojen olmayan bir türün hücresine iletildiğinde RİBONÜKLEİK ASİT (RNA)
RNAlar ribonukleotitlerinbirbirlerine bağlanması ile meydana gelen tek zincirli nukleik asitlerdir. DNA molekülleri ile kıyaslandığı zaman boyları daha kısadır. Hemen hemen bütün hücrelerde bol olarak bulunmaktadırlar. Gerek prokaryotik gerek ökaryotik hücrelerde genellikle üç ana sınıf RNAya rastlanmaktadır. Bunlar mesencır RNA (mRNA), ribozomal

Devamı

Konu başlıklarından bazıları...

DNA zincirini oluşturan moleküller
Nükleotitler
Hücre Bölünmesi
Mitoz Bölünme

İndir

Ribonükleik asit (RNA), nükleotidlerin ard arda yerleşmesiyle birleşmiş tek diziden oluşan yüksek kaliteli moleküldür.

RNA, halk arasında DNA’ya geçen kalıtsal genetik bilgi olarak da tanımlanabilir.Hücrelerde DNA ile birlikte çalışarak protein sentezlenmesinde rol alır.Proteinlerin en küçük yapı taşı aminoasitlerdir. Nükleotid dizisinde şeker ribozdur, azotlu bazlar ise adenin, sitozin, guanin ve urasildir. DNA molekülünden farkı timin yerine urasil’e sahip olması ve iki yerine tek nükleotid dizisinden oluşmasıdır. Bazı RNA çeşitlerinde farklı bazlara da (inosin, psödouridin, vs.) rastlanır.

Virüsler temelde genetik madde (çekirdek asitleri) dışında başka bir şey içermiyorlar. Bu çekirdek asitlerini de, konak canlılara ileterek, onların hücre bileşenlerini kullanarak kendilerini çoğaltıyorlar. DNA içeren virüsler doğrudan DNA’larını konak canlı genomuna entegre edebilirken, RNA içeren virüsler önce RNA’larını DNA’ya dönüştürmek (daha doğrusu konak canlıya dönüştürtmek) zorunda kalıyorlar.

Ancak, RNA içermelerinin de bir avantajı var. DNA’dan daha az korunaklı olan RNA, daha kolay mutasyon geçirebiliyor ve bu da bir virusun olumsuz koşullar karşısında genetik yapısını çok daha rahat değişime uğratabilmesi anlamına geliyor.
Virüsler zaten her iki genetik materyalden birine sahip olarak varlıklarını başarıyla sürdürebiliyorlar. DNA ya da RNA içermelerine göre farklı özelliklere sahip olmaları da bir diğer avantaj. Genetik bilgileri kullanabilecek organelleri içermemeleri nedeniyle de, fazladan genetik materyal içermelerine gerek yok.

Deniz Candaş

DNA dan RNA sentezi

DNA dan RNA sentezi (Transkripsiyon) : Erkek bir canlidan gelen spermin tasidigi bir miktar DNA ile disi bir canlidan gelen yumurtanin tasidigi DNA birleserek tam bir DNA yi verir.Bu DNA meydana gelecek yavrunun tüm özelliklerini içinde barindirir.Mesela bu canlinin DNA sinda 1 milyar gen var ise bu genlerin 500 milyontanesi anneden 500 milyon taneside babadan gelir.Yumurta ile spermin birlesmesinin ardindan DNA daki o essiz sifreler çözülerek, küçücük bir yumurta (zigot) dan kocaman bir canliyi meydana getirmeye baslar. Ilk asama RNA sentezidir.Bu islem DNA nin açilmasiyla baslar.Biliyoruzki DNA daki bazlar karsi karsiya gelip el ele tutusarak her iki omurgayi birlestirmislerdi.Fakat bu bazlar ellerini birakarak yani aralarindaki baglari kopararak DNA nin çift zincirli yapisini tipki bir "fermuar" gibi açmaya baslar. DNA çözülmeye basladikça "RNA polimeraz" adi verilen özel bir protein DNA nin üzerinde gezerek onu okumaya ve RNA yi sentezlemeye baslar.

Büyük mavi bölge RNA polimerazi temsil etmektedir.Yesil serit ise sentezlenen RNA dir. Anlasilacagi gibi DNA zinciri açilmis ve RNA polimeraz enzimi vasitasiyla DNA daki bazlara karsilik gelen diger bazlar birbirlerine eklenerek RNA üretilmektedir. Üretilen RNA nin DNA dan tek farki Adenin bazinin karsisina Timin yerin " U " harfiyle gösterilen " Urasil " bazinin gelmis olmasidir.Üretimi tamamlanan RNA daha sonra DNA üzerinden ayrilarak bir dizi isleme tabii tutulur. Bu islemler sirasinda RNA kaba olarak DNA dan üretildikten sonra üzerinde düzeltmeler yapilir.Nasilki bir marangoz kestigi tahtalari düzeltmek için yontuyorsa, hücrede ayni sekilde üretilen kaba RNA yi düzeltmek için bir dizi enzimi görevlendirir. Not: Üretilen bu RNA, mRNA (mesajci RNA) dir

Anneden örnek alınmaksızın testler yapılabilmekte ilişkiler ve akrabalıklar yüksek olasıklarla belirlenebilmektedir. Normalde 16 DNA işaretleyicisi ile yaptığımız testlerde; %99.9 ila %99.999 arasında değişen değerlere ulaşılabilmektedir.

Baba-Cocuk testinde, sadece babadan çocuğa geçmiş özellikler belirlenmektedir. Daha fazla kesinlik sağlanması için babalık testine (Vaterschaftsanalyse) anneden alınan örneğinde katılması gerekmektedir. Annenin incelemeye katılmadığı testlerde olasılık değerleri genelde düşmektedir.

Bununla birlikte, testlerin kesinligi örnek maddenin özelliğine göre değişmemektedir. DNA, diş fırçasından, bebek emziğinden, kullanılmış kağıt mendilden yada pamuklu çubuk üzerine bulaşmış mukoza veya kan hücrelerinden elde edilebilir. Saç özellikle akrabalık analizinde kullanılmak için uygun değildir.

Babalığınızdan şüphe ediyorsunuz
Akrabalık derecelerinizden emin değilsiniz
Yargı önünde bilirkişi raporuna ihtiyacınız var
Geleceğinizi güvenli olarak planlamak istiyorsunuz !

Confidence güven verir

Problemlerinizi ciddiyetle inceleyip, hızlı ve güvenilir DNA-Analizi
ile sizleri bilgilendiriyoruz.

Babalık Test’i yazılı başvuru yapılıp Örnek alındıktan sonar molekülergenetik Laboratuvarımızda gerçekleştirilmektedir
(Test seti isteğe göre adresinize gönderilir ya da Örnek Laboratuvarımızda tarafımızdan alınır).

Bünyemizde Primarius Dr. med. Gustav Scholda ve Prim.em. Dr. Peter Winter, kimyasal Tıp alanında Doktorlarımız, Kan grubu ve Transfüzyon ekibi ve adli yeminli bilirkişiler bulunmaktadır .

Test başlangıcından 5 gün sonra sonuçlar enlinize ulaşmaktadır. Bu sonuca
göre Babalık %99,99 pozitif ya da %100 negatiftir.
İsteğinize göre kişisel ya da Yargı önünde sunulacak şekilde Rapor hazırlanmaktadır. Bu Rapor posta yolu ile veya Fax şeklinde gönderilir ya da İnternet sayfamızdan kullanıcı isminizi ve Şifrenizi yazarak da ulaşabilirsiniz.

Laboratuvar çalşanlarımız ile birlikte Analizleri en son Teknik kullanılarak, profesyönelce ve en güvenli şekilde uygulamaktayız.

Kişisel dosyalarınız %100 saklı tutulmaktadır.

DNA ikileşmesi Replikasyon DNA çoğalması ya da DNA sentezi hücre bölünmesi öncesinde çift sarmallı
Resim:Three_cell_growth_types.pngthumb300pxrightHücre bölünmesinin üç çeşidi ...Detaylı bilgi için linke tıklayınız.DNA`nın kendini kopyalanması işlemidir. Günümüzde yapılan araştırmalar sonucu, aynı tip hücrelerde DNA Alm. Deutscher Normenausschuss, Fr. Acide desoxyribonucleique, İng. Desoxyribonucleic asid. Kalıtımda rol oynayan organik bir molekül. Bir nükleik asit çeşidi. “Deoksiribo nükleik asit” adını alır. Kısaca “DNA” olarak gösterilir. Canlılarda yönetici bir moleküldür.

Hücrenin protein ve enzim sentezinde rol oynar. Ayrıca yeni bir hücre meydana getirecek gerekli elemanları taşıdığından hücre bölünmesinin esasını teşkil eder. İlk defa A.F.Mıescwer adl...Detaylı bilgi için linke tıklayınız.DNA`nın kimyasal özelliğinin ve toplam mktarının nesilden nesile değişmeden aktarıldığı bilinmektedir. Buna göre DNA`nın tüm özellikleri aynı ata
DNA Alm. Deutscher Normenausschuss, Fr. Acide desoxyribonucleique, İng. Desoxyribonucleic asid. Kalıtımda rol oynayan organik bir molekül. Bir nükleik asit çeşidi. “Deoksiribo nükleik asit” adını alır. Kısaca “DNA” olarak gösterilir. Canlılarda yönetici bir moleküldür. Hücrenin protein ve enzim sentezinde rol oynar. Ayrıca yeni bir hücre meydana getirecek gerekli elemanları taşıdığından hücre bölünmesinin esasını teşkil eder. İlk defa A.F.Mıescwer adl...Detaylı bilgi için linke tıklayınız.hücreden gelen benzer hücrelerde aynı kalmak zorundadır.

Bu yüzden ister Hücre, canlının canlılık özelliklerini taşıyan, yapı ve görev bakımından en küçük parçasıdır. Hücreye "göze" de denilebilir. Atomların molekülleri, moleküllerin makromolekülleri, makromoleküllerin makromoleküler kompleksleri oluşturmasıyla, dokuların en küçük yapı taşları olan ve yaşamın tüm özelliklerini sergileyen hücreler oluşmaktadır. Genel olarak tüm hücreler temelde aynı yapıya sahiptirler. Fakat bulundukları dokuya ve dolayısıyla fonksiyonlara bağlı olarak bazı özelleşmeler gösterirler .prokaryotik ister
bkz. Prokaryotik ...Detaylı bilgi için linke tıklayınız.ökaryotik olsun her bir hücre
Ökaryotlar (Lat., Eukaryota), çekirdek zarı bulunduran organizmaları kapsayan canlılar üst âlemidir....Detaylı bilgi için linke tıklayınız.mitoz bölünmeye hazırlanırken, DNA`lar kural olarak tüm uzunlukları boyunca bir ucundan diğer ucuna doğru kendilerini ikiler.

...Detaylı bilgi için linke tıklayınız.`in 1953`de yayımladıkları makaleleri, ikili sarmalın nasıl kendini eşleyeceği konusunda fikir vermektedir. "Yarı-saklı (``semikonservatif``) çoğaltma" olarak bilinen bu modelin geçerliliği o zamandan buyana değişmemiştir.
...Detaylı bilgi için linke tıklayınız. Çoğalmanın genel tarzı açıklık kazandıktan sonra araştırmalar, DNA sentezinin tüm ayrıntıları üzerine yoğunluk kazanmıştır. Günümüzde bilinen, DNA`nın kendini eşlemesi için sayısız enzim ve birçok
Enzimler çok yüksek katalizleme gücüne sahip proteinlerdir; bu sayede metobolizmaya katılan madde moleküllerini etkinleştirirler. Her enzimin katalizleme etkinliği belli bir alttepkene ya da belli bir kimyasal bağa özgüdür;bu etkinlik,hücrelerde ve vücut sıvılarında bulunan ve etkinleştirici ya da engelleyici adıyla anılan maddelerin varlığından önemli ölçüde etkilenir.Bu maddeler de her enzim etkinliği için ayrıdır. Proteinli yapılarından dolayı enzimler ısı, ışınım, yüksek basınç, kuvvetli asi...Detaylı bilgi için linke tıklayınız.proteine gerek duyduğudur. Sentez sırasındaki olayların karmaşıklığı bu araştırma alanının son derece aktif kalmasını sağlamıştır.

DNA Hibritleşmesi

DNA hibritleşmesi; birbirine eşlenik iki adet tek sarmal nükleik asit dizisinin çift sarmallı tek bir yapı haline gelmesi işlemidir. Yapay olarak çoğaltılmış ve DNA probları olarak hazırlanmış olan spesifik DNA frangmentlerinin niteliği araştırılacak olan hedef DNA molekülü ile birleştirilmesi işlemine "hibridizasyon" denir. Nükleik asitler, genetik bilginin saklanması; replikasyonu (çoğaltılması); rekombinasyonu (genetik çeşitliliği); trasmisyonu (aktarılması) işlevlerinin yerine gelmesini sağlarlar. Kısaca, yaşayan hücrenin/canlıların ne olduğunu ve ne yapacağını yapılarında taşıyan ve belirleyen moleküllerdir.

Nükleotitlerin, normal şartlar altında kendilerine karşılık gelen eşlerine bağlanma özellikleri vardır. DNA`da Nükleotit bir fosfat, bir pentoz ve bir azotlu organik bazın bir araya gelmesiyle oluşan, nükleik asitlerin monomerleri. Azotlu organik bir baz, beş karbonlu şeker ve bir tane fosforik asit bulundurur.

Guanin ile Guanin (2-amino-6-oksipürin) nükleik asitler de (örneğin DNA, RNA) bulunan dört asıl azotlu baz|azotlu bazlardan biridir. Bir pürin çeşidi olan guanin, Watson-Crick baz eşleşmesinde sitozin ile hidrojen bağı kurar. Bu nükleosit|nükleoside guanozin denir.

Bu yüzden birbirine tamamen komplemanter iki adet tek sarmal nükleik asit dizisi kolaylıkla birbirine bağlanır. Buna "yapışma" adı verilir. İki dizilimdeki tek nükleotit farklılığı bile yapışmayı zorlaştırır. Bu işlemin tersine "denatürasyon" ya da "erime" adı verilir. Çift sarmallı bir Resim:Thymine chemical structure.png|thumb|200px|right|Timin`in yapısı

DNA molekülü ısı veya DNA Alm. Deutscher Normenausschuss, Fr. Acide desoxyribonucleique, İng. Desoxyribonucleic asid. Kalıtımda rol oynayan organik bir molekül. Bir nükleik asit çeşidi. “Deoksiribo nükleik asit” adını alır. Kısaca “DNA” olarak gösterilir. Canlılarda yönetici bir moleküldür. Hücrenin protein ve enzim sentezinde rol oynar. Ayrıca yeni bir hücre meydana getirecek gerekli elemanları taşıdığından hücre bölünmesinin esasını teşkil eder.

İlk defa A.F.Mıescwer adl
pH ile denatüre edilebilir. Bu durumda çift sarmal açılıp tek sarmallı iki yapı haline gelir. {| align=right style="border: 1px solid gray; margin: 0 0 0.5em 1em;"
DNA`nın hibritleşme ve denatüre olma özelliğinden birçok moleküler teknikte yararlanılmaktadır.

DNA Dizi Analizi

düzenle|Nisan 2007 DNA dizi analizi gen yapısı ve genetik kontrol mekanizmaları hakkında birçok bilgi edinmemizi sağlamıştır. 1940`larda DNA baz kompozisyonu saptama yöntemleri bulunmasına karşın DNA`daki nükleotid dizilişlerinin doğrudan kimyasal analizi 1960`larda geliştirilip kullanılmaya başlanmıştır. İlk yöntemler, proteinlerdeki amino asit dizisinin saptanmasında kullanılanlara dayanıyordu. Bunlar zor ve zaman alıcı yöntemlerdi. Örneğin, 1965`te Robert Holley, 75 nükleotidlik bir tRNA molekülünün dizisini bir yıllık bir çalışma sonucu saptayabilmişti. 1970`lerde daha etkin ve doğrudan nükleotid dizi analizine yönelik yöntemler geliştirilmeye başlanmıştır.

Herhangi bir organizmadan çok miktarda saf DNA fragmanları elde edilmesini sağlayan rekombinant DNA tekniklerinin gelişmesine paralel olarak dizi analizi yöntemleri de geliştirilmeye başlanmıştır. Allan Maxam ve Walter Gilbert`in kimyasal yöntemi DNA`nın belirli bazlardan kırılmasına dayanmaktadır. Fred Sanger ve arkadaşlarının geliştirdiği ikinci yöntemde ise belirli bir bazda sonlanan bir DNA zinciri sentezi gerçekleştirilmektedir. Bu yönteme dideoksinükleotit yöntemi de denmektedir. Walter Gilbert ve Frederick Sanger DNA dizi analizi üzerine yaptıkları çalışmalardan dolayı 1980 yılında kimya alanında Nobel ödülü kazanmışlardır Her iki yöntemde de dizisi saptanacak DNA`ya dört ayrı reaksiyon uygulanmaktadır (her baz için bir tane). Bu dört reaksiyonun ürünleri, bir nükleotid uzunluğu kadar farklı, bir dizi DNA parçacıklarıdır.

Dört reaksiyonun ürünleri bir jelde dört ayrı kuyucukta yan yana elektroforez ile ayrıştırılmaktadır. Jel hattındaki her bir bant belirli bir baza karşılık gelmektedir ve jeldeki bantlardan DNA parçacığının dizisi okunabilmektedir. Maxam-Gilbert yönteminde, dizisi saptanacak DNA parçacığının komplementer zincirleri ayrılıp, 5`- ucundan, polinükleotid kinaz enzimi kullanılarak radyoaktif 32P ile işaretlenir. Bu işaret, elektroforez sonrası belirli bir DNA parçacığının tanınmasını sağlamaktadır. İkinci adımda ise, dört ayrı tüpteki DNA örneğine, zinciri belirli nükleotidlerden kıran dört ayrı kimyasal reaksiyon uygulanır. Reaksiyon için kısıtlı bir süre verilerek her tüpe farklı pozisyonlardaki hedef nükleotidlerden kırılmış moleküller elde edilir. Sonuçta, kırıldığı noktaya göre, hepsi 5`- ucundan işaretli ancak boyları farklı bir dizi parçacık elde edilir. DNA`nın kırıldığı dört farklı reaksiyonda, guaninden (G>A), adeninden (A>G), yalnız sitozinden (C) ya da sitozin ve timinden (C+T) kırılma olur. Bu reaksiyonlarda, purinlerin kırılmasında dimetilsülfat kimyasalı kullanılır. Nu reaktif, adenine göre guanini daha etkin olarak metiller ve ısı uygulandığında zincir metillenmiş bölgeden kırılır.

Bu durumda daha çok guaninden zincir kırılması gerçekleşir (G>A). Asit ortamında ise bunun aksine adeninden kırılan zincirler daha fazladır (A>G). Pirimidinlerin kırılma reaksiyonlarında hidrazin kullanılır. Hidrazin DNA`yı hem sitozin hem de timinden kırar. Ancak yüksek tuz derişiminde (2M NaCl) yalnız sitozin reaksiyona girer. Böylece iki reaksiyondan biri sitozini (C) diğeri sitozin ve timini (C+T) belirlemektedir. Dört reaksiyon setinden elde edilen parçacıklara elektroforez uygulanarak jel üzerinde yan yana yürümeleri sağlanır. Reaksiyonların her biri hedef bazdan kırılmış ancak farlı uzunluklarda parçacıklar içermektedir. Uygulana elektriksel alanın etkisi ile farklı uzunluklardaki parçacıklar jelde en kısası önde gitmek üzere yol alır.

DNA parçacıklarının5`- ucu radyoaktif işaretli olduğu için, elektroforez sonrası jelin üzerine röntgen filmi konulup gerekli süre bekletilerek otoradyografi yapılır. Görüntülenen bantlar aşağıdan yukarıya doğru okunur. Enzimatik DNA sentezine dayanan Sanger`in DNA dizi analizi yönteminde, dizisi saptanacak olan DNA zinciri için kalıp olarak kullanılır. Sentez reaksiyonu DNA polimeraz 1 ile kataliz edilir. Yöntemde, kimyasal değişikliğe uğratılmış (modifiye) dideoksinükleotid trifosfatlar kullanılarak bir dizi DNA parçacıkları elde edilir. Dideoksinükleotid trifosfatlarda 3`- OH gurubu bulunmaz. Bu durumda, molekül yeni sentezlene DNA`ya katılır ancak 3`-OH gurubu taşımadığı için kendisine nükleotid ilave edilemez ve zincir sentezi sonlanarak bir DNA parçacığı elde edilir. Deneyde, dört reaksiyon karışımı hazırlanır.

Her bir reaksiyon karışımı kalıp DNA zinciri, bir primer, radyoaktif nükleozit trifosfatların dördü ve az miktarda dideoksiribonükleozit trifosfatlardan sadece birini içerir. Zincir sonlanması için dört reaksiyon tüpünde farklı bir dideosiribonükleozit trifosfat bulunur. Reaksiyonların her birinde çok az miktarda modifiye nükleozit kullanıldığı için yeni zincir sentezi rastgele sonlanarak, bir dizi DNA parçacığı meydana getirir. Sentez sonrası, dört reaksiyondan elde edilen radyoaktif DNA parçacıklarıelektroforez jelinde yan yana dört ayrı kuyucukta yürütülür. DNA bantları otoradyografi görüntülenir ve ve Maxam-Gilbert yönteminde olduğu gibi jel aşağıdan yukarı doğru okunarak nükleotid dizisi saptanır. DNA dizi analizi ile birçok organizmanın genlerinin yapısı ve organizasyonu hakkında önemli bilgiler elde edilmiştir. Virüslerin tüm genomları, ``E. coli`` ve maya gibi birçok organizmanın genomları aydınlatılmıştır.

Dna Hakkinda...

DNA Alm. Deutscher Normenausschuss, Fr. Acide desoxyribonucleique, İng. Desoxyribonucleic asid. Kalıtımda rol oynayan organik bir molekül. Bir nükleik asit çeşidi. “Deoksiribo nükleik asit” adını alır. Kısaca “DNA” olarak gösterilir. Canlılarda yönetici bir moleküldür. Hücrenin protein ve enzim sentezinde rol oynar. Ayrıca yeni bir hücre meydana getirecek gerekli elemanları taşıdığından hücre bölünmesinin esasını teşkil eder.

İlk defa A.F.Mıescwer adlı bir araştırıcı 19. yüzyılın sonlarında hücre çekirdeğini incelerken bu maddeleri fark etmiştir.

Ökaryotik hücrelerde DNA başlıca çekirdekte bulunmakla beraber az olarak mitokondri ve kloroplastlarda da vardır. Hücre çekirdeğinde bulunan kromatin, DNA ve buna bağlı proteinlerden yapılmıştır.

1953 senesinde Watson ve Crick adlı araştırıcılar hazırladıkları modeller üzerine DNA yapısını açıklamaya çalışmışlardır. Buna göre; DNA teorik olarak sonsuz uzunlukta ve birbirine sarmal olarak dolanmış yanyana iki molekül zinciridir. Bu, hayali bir eksene sarılı bir ip merdivenine benzetilebilir. Merdivenin kenarları bir şeker molekülü (deoksiriboz) ile fosforlu bir molekülden meydana gelir. Merdiven basamaklarının arasında gevşek hidrojen bağlarıyla birbirini çeken pürin ve pirimidin denilen azotlu bazlar bulunur. Bu basamaklar merdivenin kenarındaki şeker moleküllerine bağlıdır.

DNA’daki azotlu bazlar iki gruptur: Pürin bazları adenin ve guanin; pirimidin bazları ise sitozin ve timindir. Bunların molekül durumları şöyledir ki, bir adenin ancak bir timinle ve bir sitozin ancak bir guaninle birleşebilir. Bunlar pratikte baş harfleri ile gösterilir. Bu duruma göre her kademede ancak 4 çift baz bulunabilir. A-T, T-A, G-S, S-G. Her DNA molekülünde; adenin (A) molekül sayısı, timin (T) molekül sayısına eşittir ve ancak birbirleriyle karşılıklı bağ yapabilirler. Birbiriyle oranları 1’dir (A/T=1). Aynı durumlar guanin (G) ile sitozin (S) arasında da mevcuttur (G/S=1). Ancak (G+S)/(A+T) oranı 1’e eşit değildir. Bu oran bütün DNA’larda farklı olabilmektedir. Adeninle timin arasında çift hidrojen bağı (A = = = T) bulunur. Sitozinle guanin arasında ise üç hidrojen bağı (S º º º G) mevcuttur. Bir baz çifti, yapısı itibariyle yakınındaki baz çiftlerini etkilemez. Bu azotlu baz-şeker-fosfat topluluğuna “nükleotit” denir. DNA, bir nükleik asit olup, temel birimi “nükleotit”tir. DNA’nın bütün nükleotitlerinde şeker ve fosfor grupları aynıdır. Nükleotitlerin farklılığı taşıdıkları bazlardan kaynaklanır. Nükleotitler taşıdıkları azotlu bazlara göre adlandırılırlar: Adenin nükleotit, guanin nükleotit, timin nükleotit, sitozin nükleotit.

Bu DNA molekülünü yapan nükleotitlerin belirli bir sıra ve düzenle dizilmeleriyle molekül boyunca gen blokları meydana gelir. Sadece şeker ve bazdan oluşan birleşime ise nükleosit denir. DNA molekülündeki sarmallık sağa doğrudur, her on çift nükleotitte tam bir tur tamamlanır.

DNA genetik bilgi deposudur. Mikroskopla bile görülemeyen bu sayılamayacak kadar bilgiler, gayet muntazam olarak yerleştirilmiştir. İnsan vücudunun planını içinde taşıyan bu muhteşem yapı kendisini inceleyen ilim adamlarını hayretler içinde bırakmakta ve DNA’dan bahseden ilmi eserlerin pek çoğunda bunu yaratanın azamet ve büyüklüğü dile getirilmektedir.

DNA’nın iki görevi vardır: Birincisi hücre bölünmesinin hazırlıkları sırasında kendi kopyasını yapmasıdır. Kromozomların ikiye bölünmesi sırasında DNA molekülü kendisinin bir kopyasını yapar, buna replikasyon veya duplikasyon denir. Bu olay yavru kromozomda aynı kısımların bulunabilmesi için gereklidir. DNA’nın kendini eşlemesi esnasında, iki sarmal ipliği bir arada tutan hidrojen bağları adeta bir fermuar gibi açılır. Açıkta kalan pürin ve pirimidin nükleotitlerin uçları, hücrede önceden sentezlenmiş nükleotitlerle tamamlanır. Böylece birbirinin aynı olan iki DNA meydana gelmiş olur. Hücre bölünmesinde her biri bir hücreye gider. İkinci görevi, kendinde toplanmış olan bilgiyi RNA’ya (Ribonükleik asit) vermesidir. Bu işleme transkripsiyon denir. Transkripsiyonun esası DNA kalıbı üzerinden RNA’nın direkt olarak sentezlenmesidir. Böylece DNA’daki bilgi RNA’ya aktarılmış olur. RNA’daki toplanan bilgi ribozomlarda tercüme edilerek protein, enzim gibi maddelerin sentezinde kullanılır.

Kromozomlarda bulunan genler DNA yapısındadır. Her canlı bireyin ve neslinin hayat planı hücre hafızasını meydana getirir. DNA molekülleri şifrelerle kodlanmıştır. DNA’nın yapısına giren bazların (A,T,G,S) her biri şifre sembolü olarak kullanılır. Hayatın dili bu dört harfli alfabeyle DNA moleküllerinde yazılmaktadır. DNA’nın ipliklerinde ard arda gelen üç nükleotit bazı bir mana (şifre) ifade eder. Dört farklı nükleotitle arka arkaya 64 şifre kodlanabilir (AAA, AAS, AAG, AGS, vb.). Şifrelerin DNA’daki sıralanışlarının değişmesiyle ise binlerce mana ifade edilebilir.

DNA’lar, kendilerinin kopyalarını yaparak, üreme hücreleriyle hayat şifrelerini nesilden nesile iletirler. Canlıların vücut yapılarının ve karakterlerinin (mavi gözlülük, kıvırcık saçlılık, çekik gözlülük vs.) cansız bir molekülde şifrelenmesi ve bu molekülün otomatik olarak kendisinin kopyasını yapabilmesi, daha açık bir ifadeyle hayat sırrını kendinde kapsaması özelliğine fen adamları hayretle bakmakta ve bunların ancak ilahi bir kudretle mümkün olabileceğini ifade etmektedirler.

Bazı sebeplerden dolayı DNA’daki genlerde yapı değişiklikleri görülebilmektedir. Bu değişmeler yavru hücrelere de aynen geçer. Bu durum bazan kansere sebeb olabilmektedir.

Kaynak: Rehber Ansiklopedisi

DNA'dan Sonra...

DNA'nın yapısını 1953'te keşfettiklerinde, James D. Watson 25, Francis Crick de 37 yaşındaydı ve o ana kadar ciddi bir başarıları yoktu. F. Crick fizik öğrenimi görmüş, ardından Schrödinger'in What is Life? kitabını okuyunca -ki ODTU kütüphanesinde de mevcuttur bu kitap- biyolojiye kaymıştı. O dönemlerde bildiğiniz gibi fizik bilimi diğer bilimlerden çok daha öndeydi; 1940'larda kuantum fiziğinde birçok şey açığa çıkmışken analiz yöntemlerindeki gerilik -ki X-ışınından başka bir şey yoktu ellerinde- kimya ve biyolojide ancak sınırlı bir ilerlemeye olanak veriyordu. Kromozomların ve DNA'nın varlığı bilindiği halde yapıları hakkında bir fikirleri yoktu; öyle ki α-heliks yapısının çözümü için 1948, ilk protein yapı çözümü -miyoglobin- için 1957 senesinin gelmesi gerekmiştir. Bu yıllarda James D. Watson ise doktorasını yapıyordu ve bu iki insan Cambridge'de biraraya geldi. Onlardan başka DNA'nın yapısını çözmeye yönelik belli başlı birkaç grup vardı; yine İngiltere'de Maurice Wilkins ve Rosalind Franklin'le Amerika'da dönemin en büyük kimyacısı sayılan Linus Pauling bunlardan birkaçıydı.

Rna Nedir

DNA’nın protein üretimindeki işlevini yerine getirebilmesi için bir “ara molekül”e ihtiyaç vardır. Bu işlevi yüklenen “Ribonükleik asit” adı verilen nükleik asit de, DNA gibi çok sayıda nükleotidin uzun bir sarmal oluşturmak üzere düzenlenmesiyle meydana gelmiştir. Sarmalın gövdesini riboz adlı bir pentoz ile bir fosfat oluştururken, basamakları yine dört baz meydana getirir. Bazlarda, DNA’dan farklı olarak timin yerine urasil geçmiştir.DNA molekülleri büyük oranda hücre çekirdeğinde bulunurken, RNA’lar hücre içine yayılmış durumdadırlar. DNA genellikle çift şeritli sarmal yapıda iken, RNA tek şerittlidir. Ancak, tek şeritli DNA ve çift şeritli RNA moleküllerine de rastlanılmaktadır.

Hücreler, çeşitli RNA türleri bulundururlar. Organizmaların pek çoğunun hücrelerindeki ribozomlarda yer alan ribozom RNA (RNA-R) aminoasitleri peptit bağlarıyla bağlayıcı görev yapar.Haberci ribonükleik asit olarak adlandırılan RNA-M, DNA’dan özel bir polipeptit yapısına çevrilmiş kimyasal enformasyonu taşır. Hücrenin yaptığı her polipeptit kendisine karşılık olan haberci RNA molekülün türüne gereksinim gösterir. RNA-M nükleotidlerin tek sarmalından ve bir DNA boyundaki kalıptan oluşmuştur. Üzerindeki nükleotid dizisi, DNA sarmallarından bir tanesiyle eşleşir. Polipeptit molekülü, DNA’dan ayrılarak RNA-M halinde ribozomlara yapışır, Buralarda da gelen mesaja uygun proteinler üretilir.

Aktarıcı ribonükleik asit (RNA-T) ile gösterilir. Görece küçük bir molekül olup, mol kütlesi 25.000kadardır. RNA-M tarafından belirlenen özgül bir dizide, bir polipeptit molekülüne bağlanacak amino asitleri yerleştirme işlevini yapar; uygun amino asitleri ribozomlara taşır. Yani haberci RNA moleküllerinin taşıdığı mesajın çevirisiyle ilgilidir. 20 temel amino asitin her biri için farklı RNA-T vardır. Özgül etkinleştirici bir enzimin etkisiyle amino asit, RNA-T’nin bir ucuna bağlanır. Bu yolla adenosin trifosfat ile amino asit bağlanırlar ve oluşan bileşik de RNA-T’ye bağlanır. Çeviri işleminin sonucu protein üretimidir.
Osman Gürel; Yaşamın Kökeni; Pan yay

DNA Nedir?

DNA (Dezoksi ribo nükleik asit) canlılardaki temel kalıtım maddesidir. Dev bir moleküldür. (Boyu 1-1.5m. kadardır.) Zincir şeklindedir. İkili sarmal bir özelliği vardır. İp merdivenine benzer. Bu ip merdiveninin uzun kenarları da şeker ve fosfat moleküllerinden oluşur. Bu “uzun” ip hücre içinde paketlenmiş ve korunaklı bir şekilde çekirdektedir. (Çekirdeksiz hücrelerde stoplazma içindedir.) Değişik basit moleküllerin birbirine eklenmesiyle meydana gelir. Dört çeşit halkası vardır.( Bunlara nükleoit denir.) İsimleri adenilik asit, guanilik asit, sitidilik asit ve timidilik asit. Kısaltmaları A, G, C ve T.

Bir canlının tüm kalıtım bilgileri DNA içinde depolanmaktadır. Bir başka deyişle bir canlının sonraki kuşaklara aktardığı tüm “bilgi” DNA yoluyla olur. Herhangi bir özelliği kalıtım yoluyla aktarmak demek, bir parça DNA aktarmak anlamına gelir. Genler DNA’dır. Bilgi DNA’dır. DNA bilgidir.

DNA’nın içerdiği genetik bilgiyi bir kitap olarak düşünecek olursak, bu kitapta bütün harflerin, sözcüklerin, cümle ve paragrafların uzun bir zincir şeklinde bir araya geldiğini söylemek mümkündür. Canlının bütün bölümleri ve işlevleri böylece tanımlanır. Bu organizmanın özdeş bir ikizi varsa, o da aynı DNA’ları içerir. Aynı kitaptan bir tane daha: ne bir harf ne de bir sözcük farklılığı vardır. Değişik türlerin kitapları, içlerinde bir sürü benzer cümleler de olsa oldukça değişik öykü anlatır. Bu uzun zincirde (kitapta) meydana gelebilecek olası bir farklılık, bir sonraki kuşaklara geçtiğinde, popülasyon içinde farklı yazılmış bir kitaba sahip “farklı bir canlı” ile karşı karşıya kalınır.

İnanç duygusu nasıl ortaya çıktı? Binlerce yıl, insanoğlunu nasıl etkiledi, yönlendirdi? Ünlü biyolog Dean Hamer, bu sorunun yanıtını, 6 yıl boyunca DNA kodlarında aradı. Bu geni baskın olanlar daha inançlı oluyor. Şimdi tartışılan soru şu: Bu gen Allah’ın bir mucizesi mi, yoksa evrim sonucu mu gelişti? Amerikalı ünlü moleküler biyolog Dean Hamer, bu sorunun yanıtını, insana fiziksel özelliklerini veren DNA kodlarında aradı. 6 yıl süren bir dizi araştırmanın sonunda da “Allah’a inanç genini” bulduğunu açıkladı. ABD Ulusal Kanser Enstitüsü’nde görevli olan Hamer, 1998 yılında, insanın genetik yapısının inanç üzerindeki etkisini araştırmaya başladı. Hamer, ilk olarak, genetik yapıları aynı olan “tek yumurta ikizleri” üzerinde inceleme yaptı. Ardından genetik yapıları tam olarak örtüşmeyen, ancak “aynı ortamda büyüyen” kardeşlerin inançlarını karşılaştırdı. Tek yumurta ikizlerinde inanç gücü aynı Araştırmaya göre,

kardeşler, aynı ortamda yetişseler de farklı inançlara sahip olabiliyordu. Ancak Hamer, genetik yapıları aynı olan tek yumurta ikizlerinin Allah inancının da neredeyse “aynı” olduğunu gördü. Bunun üzerine, genler ve inanç arasında bir bağ olduğu kanısına vararak, araştırmasını bu yönde derinleştirdi. Hamer, daha sonra, insandaki 35 bin genden hangisinin “inancı etkilediğini” bulmaya çalıştı. Yıllar süren araştırmanın ardından, “monoamin” enzimlerinin salgılanmasını kontrol eden 9 gen üzerinde yoğunlaştı. Bilinci ve inancı yönlendiren genler Amerikalı bilimadamı, 9 genin “en baskın” olanını bulduğunda ise, araştırmasının sonuna geldi. Hamer, VMAT2″ geninin inanç kavramını yönlendirdiğini açıklayarak bu gene, “İnanç Geni” adını verdi. Hamer’e göre, monoamin enzimleri, insanın “bilinç, algılama ve hafıza” gibi duyularını yönlendiriyor. Ancak, bilimadamının “İnanç Geni” adını verdiği gen, insanoğluna, asıl ayırt edici özelliği olan “kişisel ve evrensel farkındalık” yeteneği de kazandırıyor. Böylece insanın “evren, sonsuzluk, tanrı” gibi soyut kavramlar üzerinde düşünmesini sağlıyor. Bu yüzden, aynı “genetik yapıya” sahip tek yumurta ikizlerinde enzimler, “aynı genin kontrolünde ve tümüyle aynı biçimde” salgılandığı için “inanç yapıları” da aynı oluyor. Dean Hamer’ın tezi, bu kadarla kalmıyor, inançla evrimi de buluşturuyor. Hamer, bu tezini şöyle anlatıyor: “Gen tam çalışmıyorsa inanç zayıf oluyor” “İnsan hep daha fazla yaşamak ister. Bu nedenle insanoğlundaki iyi genetik özellikler, (doğal seleksiyon yöntemiyle) sonraki nesillere aktarılır. İnanç Geni de iyi bir genetik özellik. Çünkü kendisini koruyan yüce bir varlığa inanan kişiler, hayata daha olumlu bakıyor ve daha uzun yaşıyor. İnsana daha uzun yaşama imkanı verdiği için ‘iyi’ olarak algılanan bu genetik özellik, nesilden nesile geçti ve zaman içinde inanç kavramı yerleşti. Genin diğer genlerle etkileşimi ve ne kadar baskın olduğu, inancın gücünü belirledi. Yani, bu gen tam çalışmıyorsa kişinin inancı zayıf oluyor. Tersine güçlüyse insanın inancı o ölçüde güçleniyor.” Ateistler de sahiplendi dindarlar da ‘İnanç geni’nin bulunması beraberinde tartışmaları da getirdi. Ateistler, “Bu Tanrı’nın olmadığının bir kanıtıdır” dedi. Dindar bilimadamları ise “Asıl Allah’ın insan vücuduna nüfuz ettiğini ve gücünü gösterir” savunmasını yaptı. Araştırmayı yayınlayan Time dergisine göre, “İnanç geni”nin bulunması, bilim ile din dünyası arasında yüzyıllardır yaşanan, “Tanrı var olduğu için mi inandık, yoksa inanma ihtiyacı mı Tanrı’yı oluşturdu?” tartışmasını yeniden alevlendirdi. Amerikalı biyolog’un “İnanç genini buldum” açıklaması, bilim ve din dünyasına bomba gibi düştü. Ateistler, “inanç geni” keşfinin “Tanrı’nın olmadığının” bir kanıtı olduğunu öne sürdü. Ancak birçok bilimadamı bu görüşe karşı çıktı. Örneğin, Virginia Üniversitesi’nin psikiyatri uzmanı Lindon Eaves’ın konu hakkındaki yorumu şöyle: “Tanrı kavramının beyinde şekillendiği doğru olabilir. Peki neden bu kavram oluşuyor ona bakmak lazım? Yani neden beyinde “inanma” isteğini doğuran kimyasal aktiviteler yaşanıyor? Bence bunun cevabı yine Tanrı’nın gücünde yatıyor…
Derleyen :murat güler
Kaynak:gencbilim.com

DNA-RNA-Protein

Introduction
DNA carries the genetic information of a cell and consists of thousands of genes. Each gene serves as a recipe on how to build a protein molecule. Proteins perform important tasks for the cell functions or serve as building blocks. The flow of information from the genes determines the protein composition and thereby the functions of the cell.

The DNA is situated in the nucleus, organized into chromosomes. Every cell must contain the genetic information and the DNA is therefore duplicated before a cell divides (replication). When proteins are needed, the corresponding genes are transcribed into RNA (transcription). The RNA is first processed so that non-coding parts are removed (processing) and is then transported out of the nucleus (transport). Outside the nucleus, the proteins are built based upon the code in the RNA (translation).

The document has two levels, basic and advanced. This page is an introduction to both levels. You start at the basic level, then you can advance if you want more and deeper information.

Bir yumurtanın spermle döllenmesi, yeni bir insan hayatının ilk başlangıcıdır. Milyonlarca sperm, yumurtayı döllemek için birbiriyle yarışır ve sonuçta bir tanesi başarılı olur. Ancak bu tesadüfe dayalı bir yarış değildir, her aşaması Allah tarafından kaderde tespit edilerek yaratılmıştır. Allah, Kuran'da bu gerçeği insanlara şöyle bildirir:

Sizleri Biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz? Şimdi (rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü? Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratıcı Biz miyiz? (Vakıa Suresi, 57-59)

Babanın sperm hücresi, annenin yumurta hücresini döllediğinde, doğacak bebeğin bütün kalıtsal özelliklerini belirlemek üzere babanın ve annenin genleri birleşir. Bu binlerce genden her birinin özel bir işlevi vardır. Saç ve göz rengini, yüzünün biçimini, iskelet çatısındaki, iç organlardaki, beyin, sinirler ve kaslardaki sayısız ayrıntıyı belirleyen genlerdir.

Sperm ile yumurta birleştiklerinde oluşan bu hücre ile beraber, insanın hayatının sonuna kadar her hücresinde şifresini taşıyacağı DNA molekülünün de ilk kopyası oluşmuş olur.

Döllenmiş yumurta dediğimiz o ilk hücrenin, bir insana dönüşmek için, çoğalması gereklidir ve bunun bilincindeymişçesine hücre bölünmeye başlar. Hücreler bölündükçe başkalaşır ve vücutta bulunması gereken bölgelere giderler. Birbirinin aynı hücrelerden oluşan bir et yığını değil de, bir kısmı, örneğin göz hücresi olup tam olması gerektiği yere, bir kısmı kalbi oluşturup göğüs kafesindeki yerine gider veya deri hücresi olarak bütün vücudu kaplar. Tüm hücreler, oluşturacakları dokunun gerektirdiği kadar çoğalır ve bu dokular da gerekli yapıyı oluşturmak üzere yanyana gelerek organları oluşturmaya başlarlar.

Bu başkalaşım ve yapılanma koordinasyonu DNA molekülü tarafından sağlanır. Şunu unutmamak gerekir ki DNA, ne en son teknolojiyle donatılmış laboratuvarlarda çalışan bir biyokimyager, ne de saniyede trilyonlarca işlem yapabilen bir süper-bilgisayardır. DNA, karbon, fosfor, azot, hidrojen ve oksijen gibi atomlardan oluşan bir moleküldür.

Şimdi düşünelim ve kendi kendimize soralım: İnsan vücudunda bulunan trilyonlarca hücre, bölünerek birbirinden çoğalıyor. Ancak her hücredeki farklı gen farklı zamanlarda aktive oluyor ve bu şekilde hücrelerde başkalaşım sağlanıyor. Diğer bir deyişle, ilk hücreden sonra bölünerek çoğalan her hücrede, tüm genetik bilgi vardır; yani her hücre aslında kalp kası, deri, alyuvar veya vücudun herhangi başka bir dokusunu üretme yeteneğine sahiptir. Her hücre o vücut için tam bir DNA tarifine sahip olsa da, gelişmenin farklı aşamalarında ve farklı organlarda sadece bazı genler aktiftir. Örneğin, böbrek oluşum ve fonksiyon kodları her hücrede bulunur; ancak sadece ilgili genler, gelişme sırasında, belirli zamanlarda, bu organda aktif olur. Benzer olarak, belli enzimler-örneğin, glükoz 6-fosfat esas olarak karaciğerde bulunur, fakat diğer organların her hücresi bu proteinin tarifine sahiptir, ama asla bu proteinin üretimini yapmaz. Örneğin göz hücresi bu enzimi üretmez, göz için gerekli olanları üretir; sinir hücreleri, beyin ve organlar arasında gidip gelen uyarı ve emirleri taşıyacak, karaciğer hücreleri toksinleri zararsız hale getirecek ve yağ hücreleri zayıf dönemler için yiyeyecek depolayacak şekilde uzmanlaşırlar; hiçbiri mide ile ilgili enzimleri üretme hatasına düşmez. Peki bu kusursuz işbölümünü kim yapmaktadır? Hücrelere bölünme ve bölündükten sonra farklı konularda uzmanlaşma emrini kim vermektedir? Dahası, tüm hücreler itaat şuuruna nasıl sahiptirler ve kimi dinleyerek böylesine kusursuz bir disiplin ve organizasyon içinde çalışmaktadırlar? Bunların hiçbirinin tesadüfen gelişen olayların sonucunda oluşmuş tesadüfi sistemler olmadığı son derece açıktır.

Hücrelerin sadece doğru zamanda doğru yerde bulunmaları ve doğru genleri aktif hale getirmeleri ile de bu kusursuzluk bitmemektedir. Hücreler aynı zamanda yaşamın doğru safhasında, doğru miktarlarda bulunmalıdırlar. Bazı "bakım" genleri, hemen hemen bütün hücrelerde, her zaman çalışır. Diğer genler, sadece bazı hücrelerde, kişinin yaşamındaki tek uygun, kritik bir dönemde, birkaç saatten az işlevini yapar, sonra bir daha çalışmak üzere bekleme moduna geçer. Örneğin emzirme sırasında süt üretimi genler tarafından hızlandırılır. Mevcut bilgi, uygun zamanda, uygun miktarda ve uygun yerde harekete geçirilir. DNA'da saklı milyarlarca bilginin bu kadar şuurlu, planlı, iradeli, hesaplı ve akılcı idaresi ve kullanımı evrimcilerin "tesadüf" iddiaları ile kesinlikle açıklanamaz. Dünya üzerinde hiçbir sistem, en basiti dahi tesadüfen oluşamazken, mikroskobik bir alanda gerçekleşen olağanüstü planlı ve organize olayların nedeni olarak tesadüfleri görmek büyük bir mantık çöküntüsüdür. Nitekim evrimciler de hücrelerdeki bu başkalaşıma ve kusursuz görev dağılımına bir açıklama getirmekten çok uzak olduklarını kabul etmektedirler. Evrimci mikrobiyoloji profesörü Ali Demirsoy şu itirafta bulunur:

Özünde, döllenmiş bir yumurtadan çok değişik yapıda ve işlevde birçok hücre grubunun meydana gelmesi şimdiye kadar doyurucu bir şekilde açıklanamamıştır.2

Tüm bu olağanüstü olayların, tesadüflerin veya hücrenin eseri olamayacağı açıkça ortadadır. Peki, hücrede meydana gelen bu olayları yöneten, belli bir amaca yönelik olarak yaratan, milyarlarca bilgiyi, gözle görülmeyecek kadar küçük bir alana sığdıran akıl ve güç kime aittir?

DNA'da kayıtlı bulunan bilgi pek hafife alınacak gibi değildir. Öyle ki, insanın tek bir DNA molekülünde tam bir milyon ansiklopedi sayfasını veya başka bir deyişle yaklaşık 1000 kitabı dolduracak miktarda bilgi bulunur. Dikkat edin; tam 1.000.000 ansiklopedi sayfası veya 1000 kitap... Yani, her bir hücrenin çekirdeğinde, insan vücudunun işlevlerini kontrol etmeye yarayan bir milyon sayfalık bir ansiklopedinin içerebileceği miktarda bilgi kodlanmıştır. Bir benzetme yapmak istersek, dünyanın en büyük ansiklopedilerinden birisi olan 23 ciltlik "Encyclopedia Britannica"nın bile toplam 25 bin sayfası vardır. Bu durumda, karşımıza inanılmaz bir tablo çıkar. Mikroskobik hücrenin içindeki, ondan çok daha küçük bir çekirdekte bulunan bir molekülde, milyonlarca bilgi içeren dünyanın en büyük ansiklopedisinin 40 katı büyüklüğünde bir bilgi deposu saklı durmaktadır. Bu da yaklaşık 1000 ciltlik, dünyada başka eşi, benzeri olmayan dev bir ansiklopedi demektir. Her gün, 24 saat boyunca, hiç durmadan, her saniyede insanın gen bilgilerinden bir tanesi okunacak olsa, bu işlemin tamamlanması için 100 yıl geçmesi gerekmektedir. DNA'daki bilginin kitap haline getirildiğini varsaydığımızda ise, bu kitapları üst üste koyduğumuz takdirde, kitapların yüksekliği 70 metreye erişecektir. Eğer DNA'daki bilgileri kağıt üzerine yazılı hale getirseydik, kağıtların uzunluğu Kuzey Kutbu'ndan Ekvator'a kadar uzanacaktır.

Bu örnekler, DNA'nın ne kadar muazzam bir bilgiye sahip olduğunun bir göstergesidir. Peki ama, nasıl olur da, bir molekülün bilgi sahibi olmasından söz edebiliriz? Çünkü, burada sözünü ettiğimiz bir bilgisayar veya kütüphane değil, yalnızca protein, yağ ve su moleküllerinden oluşan, milimetreden yüzbinde biri küçüklüğünde bir alandır. Bu küçücük şuursuz atomlardan oluşan alanda, değil milyarlarca bilgi, tek bir bilginin var olması ve bu bilginin muhafaza edilmesi bile son derece hayret verici bir mucizedir.

Günümüzde, bilginin saklandığı en ileri teknoloji bilgisayarlardır. Bundan 50 yıl önce, oda büyüklüğündeki bir bilgisayarın sahip olabildiği bilgiyi, bugün küçük "disk"ler saklayabilmektedir... İnsan zekasının asırlardır edindiği bilgi birikimi ve yıllar süren çabaları sonucunda geliştirdiği bu son teknoloji bile daha tek bir hücre çekirdeğinin bilgi saklama kapasitesine yaklaşabilmiş değildir. Böyle muazzam bir kapasiteye sahip olan DNA'nın küçüklüğünü yansıtması açısından, ünlü mikrobiyoloji profesörü Michael Denton'ın yaptığı şu karşılaştırma açıklayıcıdır:

Bugüne kadar yaşamış, gelmiş geçmiş her canlı türünün bütün özellikleri bilgi olarak DNA'ya yüklense toplam DNA hacmi bir çay kaşığının ancak küçük bir kısmını doldururdu. Dahası geriye şu ana kadar yazılmış bütün kitapları saklayabilecek kadar boşluk kalırdı.1

Gözle göremediğimiz, çapı metrenin milyarda biri büyüklüğünde olan, atomların yanyana dizilmesiyle oluşmuş bir zincir, acaba böyle bir bilgiye ve hafızaya nasıl sahip olabilir? Bu soruya şunu da ekleyin: Vücudunuzdaki 100 trilyon hücreden her biri bir milyon sayfayı ezbere biliyorken, acaba siz zeki ve şuurlu bir insan olarak hayatınız boyunca kaç ansiklopedi sayfası ezberleyebilirsiniz? Daha da önemlisi, hücre bu bilgileri kusursuzca, son derece koordineli ve planlı bir şekilde ve asla hata yapmadan ilgili yerlerde kullanır. Hatta daha insan var olmadan önce, hücreleri faaliyet halinde onu inşa etmeye başlamıştır bile…

DNA'nın Yapısı

Teknolojik bir ürünün veya tesisin yapımı ve yönetiminde insanoğlunun yüzyıllar boyunca elde ettiği tecrübe ve bilgi birikimi kullanılır. Dünyanın en ileri ve karmaşık tesisi olan insan vücudunun inşası için gereken bilgi ve tecrübe ise DNA'da saklıdır. DNA, hücre çekirdeğinde titizlikle korunan oldukça büyük bir moleküldür ve bu molekül insan vücudunun bir nevi bilgi bankasıdır. DNA'da korunan bilgiler, insanın saç ve gözlerinin renginden, boyunun uzunluğuna kadar tüm fiziksel özellikleri ile birlikte, hücrelerde ve vücutta meydana gelen binlerce farklı olayı ve sistemi de kontrol eder. Örneğin, insanın kan basıncının alçak, yüksek veya normal olması bile DNA'daki bilgilere bağlıdır.

Burada vurgulanması gereken önemli nokta, daha ilk insandan itibaren milyarlarca insanın hücresinde yer alan trilyonlarca DNA'nın şimdiki mükemmellik ve karmaşıklığıyla birlikte varolageldiğidir. Akıllara durgunluk veren yapı ve özellikleriyle, böyle bir molekülün, evrimcilerin öne sürdüğü gibi tesadüfler sonucu oluşmasının ne derece mantık dışı olduğunu ilerleyen satırları okudukça sizler de daha net göreceksiniz.

DNA DARWIN UYARISI

Gelişen bilimin ortaya çıkardığı tablo, canlıların asla tesadüflerle ortaya çıkamayacak kadar kusursuz bir düzenliliğe ve son derece kompleks bir yapıya sahip olduğudur. Bu ise canlıların üstün bir güç ve bilgi sahibi olan bir Yaratıcı tarafından yaratıldıklarının delilidir. Örneğin son dönemde, İnsan Genomu Projesi vesilesi ile gündemde olan insan genindeki kusursuz yapı, yani Allah'ın eşsiz yaratması bir kere daha gözler önüne serilmektedir.

Amerika'dan Çin'e kadar birçok ülkeden bilim adamı, yaklaşık 15 sene boyunca DNA molekülünün 3 milyar basamağını okumak ve sıralarını belirlemek için uğraştılar. 2003 yılının Nisan ayında da bu projenin ilk aşamasını tamamlamayı başardılar. Ancak asıl cevap bekleyen kısım, insan genomundaki bu harflerin dizilimi ile kodlanan bilgi ve bunun hücredeki kullanılış şeklidir. Dolayısıyla insan genomunun dökümünün yapılması, her ne kadar heyecan verici, önemli bir gelişme olsa da, İnsan Genomu Projesi'nin başında bulunan Dr. Francis Collins'in de "İnsanın kullanım kılavuzunda ilk defa bir bölümü tamamlayabildik" sözleriyle belirttiği gibi, DNA'daki bilginin deşifresi için daha henüz ilk adım atılmıştır.

Bu bilginin deşifresinin neden bu kadar uzun sürdüğünü anlayabilmek için DNA'ya sığdırılan bilginin genişliğini ve fonksiyonlarını anlamak gerekir.

Dünya üzerinde yaşayan canlılar, bitkiler ve hayvanlar olmak üzere iki kısımda incelenebilir. Bu canlı organizmaların temel bir takım ortak özellikleri bulunmaktadır.


1. Hücre yapısı: Bütün canlılar hücre ya da hücrelerden oluşmuştur. Hücre organizmanın temel birimidir. Hücrede geçen bir takım olaylar canlılığın devamına izin verir.

2. Beslenme: Canlılar yaşam faaliyetlerini gerçekleştirebilmeleri için dış ortamdan besin olmak zorundadırlar. Hayvansal organizmalar besinlerini dış ortam hazır olarak alırken, bitkiler kendi besinlerini kendileri sentezler.

3. Hareket: Canlılar dış ortamdan gelen uyaranlara karşı tepki gösterirler. Dış ortamdan gelen uyartılar ışık, ısı v.s olabilir.

4. Büyüme: Canlılarda hücre bölünmesi ile hücre sayısı artar. Buna bağlı olarak organizma büyüme eğilimine girer. Organizmaya alınan besinlerin büyük bir kısmı bu amaç için kullanılır.

5. Üreme: Canlılar kendi nesillerini devam ettirebilmek için ürerler. Eşeysiz ve eşeyli üreme olmak üzere iki tip üreme canlılarda görülür.

6. Solunum: Canlıların yapılarına almış oldukları besinleri hücre organ ellerinde oksijenli ya da oksijensiz bir şekilde yakarak enerji üretmeleri olayıdır. Oksijenli solunum olayı özetlenecek olursa;

Enzim

Besin+Oksijen ———>Su+Karbondioksit+ Enerji

şeklinde gerçekleşmektedir.

Tabiatta birtakım canlılar (Bira mayası) enerji üretmek maksadı ile oksijensiz solunum olayını gerçekleştirir.

Enzim Besin ———>Etilalkol+Karbondioksit+Enerji

şeklinde gerçekleşmektedir. Bu olaya aynı zamanda fermantasyon= mayalanma da denir.

7. Boşaltım: Canlılar, çeşitli faaliyetler sonucu organizmalarında oluşan artık maddeleri, kararlı bir iç ortam oluşturmak için atarlar. Canlılar bu olayı gerçekleştirebilmek için çeşitli organ sistemleri oluşturmuşlardır.

8. Sindirim: Canlılar, yapılarına almış oldukları büyük molekülleri küçük moleküllere çevirirler.

9. Sentez: Canlılar, yapılarına almış oldukları küçük molekülleri organizmalarına uygun büyük moleküllere dönüştürürler. Örneğin; protein sentezi

HÜCRENİN YAPISI

Canlıların en küçük temel yapı birimine hücre denir.

Hücreler ökaryot ve prokaryot olmak üzere iki kısımda incelenir.

Prokaryot hücre

Kalıtım maddesi etrafında çekirdek zarı bulunmayan ve ribozom hariç hücre organ ellerine sahip olmayan ilkel hücre tipidir. Bakteri ve mavi - yeşil alg örnek verilebilir.

Ökaryot hücre

Kalıtım maddesi etrafında çekirdek zarı bulunan ve hücre organellerine sahip olan gelişmiş hücre tipidir. Ökaryot hücre üç kısımda incelenir.

Hücre zarı Sitoplazma Çekirdek

1. Hücre Zarı: İki protein tabakası arasında, iki yağ tabakasından oluşmuştur. Proteinlerin bir kısmına karbonhidratlar bağlıdır. Bitkisel ve hayvansal tüm hücrelerde bulunan zar; canlı, seçici-geçirgen, saydam ve ince özelliktedir. Zar, hücreyi korur, şekillendirir, madde afiş verişini kontrol eder.

2. Stoplazma: Hücre zarı ile çekirdek arasını dolduran, canlı, renksiz, yarısaydam, suda çözünmeyen bir sıvıdır. Yapısında su ve çeşitli maddeler bulundurur akışkandır. Organeller Stoplazma içinde yer alır.

Hücre Organelleri:

Mitokondri:

Hücrenin enerji üretim merkezleridir. Solunum olayını gerçekleşmesine olanak verir. Sayıları hücrelere göre değişebilir. Matrix, krista iç yapıyı oluşturur. Ayrıca içerisinde ribozom organeli ve kalıtım maddesi bulundurur. (DNA)

Ribozom:

Görevi protein sentezini gerçekleştirmektir. RNA molekülü içerir.

Endoplazmik Retikulum:

Madde taşınmasında görevlidir. Hücre çekirdeği ve hücre zarı ile bağlantılıdır. Üzerinde ribozom bulunduranlara granüllü E.R. denir.

Golgi Cisimciği:

Hücre için gerekli salgıları salgılamakla görevlidir.

Lizozom:

Sindirim enzimleri taşır. Hücreye alman besinlerin sindirilmesinde görevlidir. Bitkisel hücrelerde bulunmaz.

Sentrozom (Sentriol):

Hücre bölünmesi sırasında iğ ipliklerinin oluşturulmasında görevlidir. Bitkisel hücrelerde bulunmaz.

Koful (Vakuol):

Tek hücrelilerde, sindirim ve boşaltım görevi yapar. Genç, bitki ve hayvan hücrelerinde küçüktür. Bitki yaşlandıkça koful da büyür.

Plastidler:

Bitki hücrelerinde bulunur, üç çeşittir.

I. Kloroplast: Yeşil renk pigmenti bulundurur. Fotosentezle görevlidir. Yapraklarda, otsu gövdede bulunur.

II. Kromoplast: Turuncu, sarı, kırmızı renk pigmenti bulundurur. Çeşitli vitaminleri kapsar, meyveye renk verir. Havuç, domates v.b…

III. Lökoplast: Renksiz plastidlerdir. Genellikle nişasta depo eder. Köklerde, tohumda bulunur.

Hücre Çeperi: Hücre zarı üzerinde selüloz birikmesi ile oluşur. Bitki hücresine sertlik ve desteklik verir. Bitki hücrelerinde bulunur.

3. Çekirdek : Hücresel olayların yönetilmesinde ve karakterlerin sonraki nesillere aktarılmasında görevlidir.

Çekirdek dört ana bölümden oluşur.

I. Çekirdek Zarı: Çift katlı olup, hücre zarının sahip olduğu tüm özelliklere sahiptir. Hücre bölüneceği zaman eriyerek kaybolur.

II. Çekirdek Plazması: Hücre sitoplazmasına benzer yapıdadır. İçerisinde organik bileşikler ve nükleik asit bulundurur.

III. Çekirdekçik: Çekirdek içerisinde bulunan koyu renkli taneciktir. Birden çok olabilir. Hücre bölünmesi esnasında kaybolur.

IV. Kromatin iplik: Çekirdek stoplazması içerisinde, ağ şeklindeki yapılardır. Hücre bölünmesi esnasında kışalıp kalınlaşarak kromozom adını alır.

Kromozom sayısı, türlere göre değişkenlik gösterir. Örneğin insanda 46, soğanda 16 kromozom bulunur.

Canlılar şu yapılara sahip olabilirler.

Hücre -» Doku -» Organ -> Sistem -> Organizma

Nükleik Asitler

DNA (Deoksiribonükleik asit) ve RNA (Ribonükleik asit) olmak üzere iki çeşittir.

DNA nükleotid dizilerinden yapılmış büyük moleküllerdir. Nükleotidler bir organik baz bir de-oksiriboz şekeri ve birde fosfat (fosforik asit) grubundan oluşur.

DNA’nın yapısı: DNA’nın yapısında Adenin, Timin, Guanin ve Sitozin olmak üzere dört çeşit nükleotid bulunur. DNA çift zincirlidir. Sembolik olarak şu şekilde gösterilebilir.

DNA’da adenin nükleotid ve timin nükleotid ile timin nükleotid karşiliklı yer alır ve îki hidrojen bağı İle bağlanırlar, guanin ile sitozin nükleotidler karşılıklı yer alır ve üç hidrojen bağı ile bağlanırlar. DNA’lar yapabilme yeteneği kazandırır. Bu özellik sayesinde aynı yapı ve karakterde canlı oluşabilmekte böylece kalıtsal karakterler nesiller boyunca taşınabilmektedir.

RNA yapısı: RNA yapısında adenin, urasil, guanin ve sitozin olmak üzere dört çeşit nükleotid bulunur. Tek zincirlidir.

Dna Özellikleri

Genetik olayların hücrede moleküler düzeydeki temeli genetik materyal görevini üstlenen nükleik asitlerin yapı ve özelliklerine dayanır. Nükleik asitlerin iki türü olan deoksiribonükleik asit DNA ve ribonükleik asit RNA temelde aynı yapısal özelliklere sahiptir.
Genler, DNA‘daki bazı kimyasal dizilimler olan nükleotidlerden meydana gelmiştir. Çoğunluk kromozomların içersinde bulunurlar. Ayrıca DNA molekülü prokaryotlarda (Bakteriler) kromozom dışı genetik sistem, olan plazmidlerde, Ökaryotik hücrelerde genetik materyalin kromozomlar (Nukleus) dışında temel olarak (hayvan ve bitkilerde) mitokondri ve (sadece bitkilerde ve alglerde) kloroplastlarda bulunduğu bilinmektedir.

1953 yılında Watson ve Crick DNA molekülünün kendine has özelliklere sahip bir çift sarmal yapı halinde bulunduğunu ileri sürdüler. Bu araştırıcıların önerdikleri DNA yapısı o tarihlerde başka araştırıcılar tarafından ortaya konulan DNA ya ilişkin önemli bulgulara dayanmaktadır. Bunlardan biri, Wilkins ve Franklin tarafından, izole edilmiş DNA fibrillerinin X-ray ışınlarını kırma özelliklerinin açıklanmasıdır. Elde edilen X ışını fotoğrafları, DNA nın zincirlerindeki bazların diziliş sırasına bağlı olmaksızın, çok düzenli biçimde dönümler yapan bir molekül olduğunu göstermektedir. Ayrıca TMV (tütün Mozaik Virusu) üzerinde yapılan çalışmalar da DNA ile ilgili çalışmalarda ışık tutmuştur.

Bir başka önemli bulguda Chargaff tarafından saptanmıştır. Herhangi bir türe ait DNA nın nükleotidlerine parçalandığında serbest kalan nukleotidlerde adenin miktarının timine, guanin miktarının da sitozine daima eşit olduğunun saptanmasıdır.. Yani Chargaff kuralı‘na göre doğal DNA moleküllerinde adeninin timine veya guaninin sitozine oranı daima 1’e eşittir. (A/T=1 ve G/C=1).

İşte Watson ve Crick bu bulguları değerlendirerek böyle özelliklere sahip DNA makro molekülünün sekonder yapısına ait bir model geliştirdiler. Bu modele göre, bir çok sorunun açıklanması yapılabildiğinden dolayı 1962 yılında bu iki bilim adamına Nobel Ödülü verildi.

Bu modele göre;
DNA molekülü, heliks (=sarmal) şeklinde kıvrılmış, iki kollu merdiven şeklindedir. Kollarını, yani merdivenin kenarlarını, şeker (deoksiriboz) ve fosfat molekülleri meydana getirir. Deoksiriboz ile fosfat grupları ester bağlarıyla birbirlerine bağlanmıştır. İki kolun arasındaki merdiven basamaklarında gelişigüzel bir sıralanma yoktur; her zaman Guanin (G), Sitozin’in (C ya da S); Adenin (A), Timin’in (T) karşısına gelir. Hem pürin (yani adenin ve guanin) ile pirimidin (yani sitozin ile timin) arasındaki hidrojen bağları, hemde diğer bağlar, meydana gelen heliksin düzgün olmasını sağlar. Pürin ve pirimidin bazları, yandaki şekerlere (Riboz), glikozidik bağlarla bağlanmıştır. Baz, şeker ve fosfat kombinasyonu, çekirdek asitlerinin temel birimleri olan nükleotidleri meydana getirmiştir. Dört çeşit nükleotid vardır. Bunlar taşıdıkları bazlara göre isimlendirilirler (Adenin, Guanin, Sitozin,Timin).

DNA molekülü kendini oluşturan nukleotidlerin sayısına bağlı olarak, büyüklüğü türden türe değişen, uzun zincir şeklinde bir yapı gösterir. İnsanda bu zincirin uzunluğu açıldığında 2 metreye kadar varabilir. Bütün halinde eldesi zincirin hassas ve kırılgan yapısından ötürü çok güçtür.

İki polinükleotid zincirin şeker fosfat omurgaları, ortak bir eksen çevresinde eşit çaplı ve sağ yöne doğru dönümler meydana getirir. Nükleotidlerin bazları molekülün omurgasının iç kısmında bulunur. Bazların konumları sarmalın eksenine 90 derece açı yapacak şekilde konumlanmıştır. Birbirine komşu baz çiftlerinin dönümleri arasındaki uzaklık 3,4A dür. Ayrıca her baz çifti komşusuna 36 derecelik açı yapacak şekilde yerleşmiştir. Buna göre, yaklaşık 10 baz çifti 360 derecelik tam bir dönümü tamamlayacağından, her dönümün boyu 34A dür.

İki polinükleotid zincirdeki nukleotidler karşılıklı olarak birbirlerine hidrojen bagları ile bağlanmıştır. Bu bağ fosfor bağları kadar kuvvetli olmadığı için pH değişikliği, sıcaklık basınç gibi faktörlerde kolaylıkla birbirlerinden ayrılabilmektedir. DNA nın kendi kopyasını yapması ve gen anlatımı, nukleotidler arasındaki hidrojen bağlarının ayrılması ile gerçekleşmektedir.

Nükleotidler birbirlerine fosfat bağlarıyla bağlanarak, şeker ve fosfat kısımlarının birbirlerini izlediği serilerden oluşan bir omurgaya sahip uzun ve dallanmış polinükleotid zincirlerini meydana getirmiştir. Kovalent ester bağları veya fosfodiester bağları olarak da bilinen bu bağlar son derece kuvvetlidir. Fosfodiester bağlarının varlığı DNA molekülünün tek zincirli yapı halinde iken bile dayanıklı ve stabil yapıda olmasını sağlar. Genetik mühendisliğinin hedeflerinden biri olan klonlama çalışmaları, doğal yolla gerçekleşmesi mümkün olmayan kovalent bağ kırılmalarını gerçekleştirerek yeni türler oluşturma çabalarını içerir.

Nukleotidlerin yapısı bazik olmasına karşın oımurgadaki PO4(fosforik asit) grubunun varlığı polinükleotid zincirlerin asit özellikte olmalarına yol açar ve nükleik asit terimi de bu özellikten kaynaklanır.

Hidrojen bağları daima bir pürin(A,G) ile bir pirimidin (T,C) bazı arasından meydana gelir. A-T baz çiftinde 2 hidrojen bağı, G-C baz çiftleri arasında ise 3 hidrojen bağı bulunmaktadır. Hidrojen bağlarının özelleşmesi; anahtar kilit modelinini andıran, uygun nukleotid moleküllerinin karşılıklı gelerek birbirlerine yine uygun sayıda hidrojen bağları ile bağlanmasını sağlar. Böylece zincirin bir kolunda bulunan nukleotidlerin dizilişi,karşı kolda bulunan nukleotidlerin dizilişini bir çeşit dikte ve kontrol eder. Tesadüfe bırakmayan bir titizlikle molekül yapısı oluşturulur ve kontrol edilir.

DNA molekülünün en önemli özellik iki polinükleotid zincirin birbirinin tamamlayıcısı olmasıdır. Pozitif (+) ve negatif (–) iki polinukleotid zincirlerinin tamamlayıcılık özelliği,genetik materyalin işlevlerini doğru biçimde nasıl yapabildiğinin açıklanması açısından DNA’nın en önemli temel özelliklerinin başında gelir.

DNA çift sarmalının dikkate değer ve önemli bir özelliği, molekülü oluşturan zincirlerin birbirlerinden kolaylıkla ayrılabilmesi ve yeniden birleşebilmesidir. Protein sentezi ve Dna replikasyonu (kendi kopyasını oluşturması) bu özellik sayesinde meydana gelebilir. DNA’nın iki zinciri, birbirine sadece H bağları ve hidrofobik etkileşimlerle bağlı olmaları nedeni ile, nükleotidleri arasındaki kovalent bağlardaki herhangi bir kopma olmaksızın çözülebilir (denatürasyon). Aynı şekilde çözülmüş molekülün zincirleri tamamlayıcı bazları arasında H bağlarının oluşumu ile birleşip sarmal yapıyı yeniden oluşturabilir (renatürasyon).

Nükleotidler arasındaki fosfor bağlarının kopması nedeniyle nükleotidlerin yerine başka nukleotid veya nukleotid dizisinin geçmesi mutasyonlara yol açar.Bu mutasyonların tek zincirli RNA molekülünde oluşma olasılığı çift zincirli DNA molekülüne göre daha fazladır.Mutasyonların neticeleri ölümcül olabilir. Evrimsel gelişim içinde mutasyonların menfi yada müspet etkileri gözardı edilemeyecek noktadadır. Günümüzde viral hastalıkların başında gelen AIDS’in önüne geçilememesinin en geçerli nedeni genomu tek zincirli RNA olan virusun sürekli mutasyonlar geçirerek kendini sürekli yenilemesi gösterilebilir.

Ahmet F. Yüksel
Barış Yelkenci
Londra - 28.02.2000

Dna 'nin Keşfi

MİESCHER : 1869 yıllarında ilk olarak Miescher tarafından hücre çekirdeğinde özel bir madde bulundu ve buna Miescher “ Nüklein” adını verdi . Daha sonra ise nükleit asitlerin iki tipte olduğu anlaşıldı . Birincisi timüsten elde edilen timonükleik asit, ikincisi bira mayalarından elde edilen zimonükleik asit . Timonükleik asit hayvanlar alemine , zimonükleik asit ise bitkiler alemine özgü sayıldı.
FEULGEN – ROSSENBECK : 1924 yıllarında ise Feulgen ve Rossenbeck timonükleik asidin çok duyarlı bir tepkimesini tanımladılar ; böylece her iki nükleik asidin her iki canlılar aleminde bulunduğu ispat edilebildi. ondan sonra timonükleik asit çekirdeğe , zimonükleik asit ise sitoplazmaya ait özgü yapı maddeleri sayıldı.
LEVENE – MORİ : 1929 yılında Levene ve Mori tarafından timonükleik asidin DNA , zimonükleik asidin ise RNA Olduğu anlaşıldı.
WATSON – CRİCK : 1953 yılında Watson ve Crick DNA molekülünün kendine has özelliklere sahip bir çift sarmal yapı halinde bulunduğunu ileri sürdüler. Bu araştırıcıların önerdikleri DNA yapısı o tarihlerde başka araştırıcılar tarafından ortaya konulan DNA ya ilişkin önemli bulgulara dayanmaktadır. Bunlardan biri, Wilkins ve Franklin tarafından, izole edilmiş DNA fibrillerinin X-ray ışınlarını kırma özelliklerinin açıklanmasıdır. Elde edilen X ışını fotoğrafları, DNA nın zincirlerindeki bazların diziliş sırasına bağlı olmaksızın, çok düzenli biçimde dönümler yapan bir molekül olduğunu göstermektedir. Ayrıca TMV (tütün Mozaik Virüsü) üzerinde yapılan çalışmalar da DNA ile ilgili çalışmalarda ışık tutmuştur.
İşte Watson ve Crick bu bulguları değerlendirerek böyle özelliklere sahip DNA makro molekülünün sekonder yapısına ait bir model geliştirdiler. Bu modele göre, bir çok sorunun açıklanması yapılabildiğinden dolayı 1962 yılında bu iki bilim adamına NOBEL ÖDÜLÜ verildi.
Bir başka önemli bulguda Chargaff tarafından saptanmıştır. Herhangi bir türe ait DNA nın nükleotidlerine parçalandığında serbest kalan nukleotidlerde adenin miktarının timine, guanin miktarının da sitozine daima eşit olduğunun saptanmasıdır.. Yani Chargaff kuralı‘na göre doğal DNA moleküllerinde adeninin timine veya guaninin sitozine oranı daima 1’e eşittir. (A/T=1 ve G/C=1).

DNA "Deoksi Ribo Nükleik Asit" isimli bir tür molekül grubunun kısaltılmış isimidir. DNA'nın çift zincirli ip merdivene benzer. Çift zincirli yapıdaki DNA zinciri oldukça uzun bir zincirdir.Bu zincir hücre içindeki özel enzimler ve proteinler aracılığı ile paketlenir. Nasıl ki uzun bir ipi makaraya düzenli bir şekilde sarıyorsanız, hücrede buna benzer bir mekanizma ile DNA yı paketleyerek çekirdeğinin (Nukleus) içine yerleştirir.DNA her hücrede bulunur.Örneğin böbreklerinizin hücrelerinde, karaciğerinizin hücrelerinde, kemik hücrelerinizde kısacası vücudunuzdaki her hücrede DNA molekülü mevcuttur.

mRNA

Molekül ağırlıkları çok farklıdır. DNA'dan aldığı genetik bilgiyi, sitoplazmadaki ribozomlara taşır. Burada protein sentezi için bir kalıp görevi yapar. Tüm RNA'ların %5'ini oluşturur. mRNA DNA'dan ilk sentezlendikten sonra bazı modifikasyonlara uğrayarak, 3' ucuna çok sayıda adenin nukleotidinden oluşmuş poli-A kuyruğu bağlanır, 5' ucuna ise trifosfat bağı ile bir 7-metilguanozin bağlanır.

tRNA

4S büyüklüğündedir. 74-95 nukleotidden meydana gelmiştir. Sitoplazmada bulunan aminoasitlerin mRNA üzerine taşınmasında görev alırlar. Vücutta bulunan proteinlerin yapısında 20 adet aminoasit bulunur. Her bir aminoasit için ayrı, özgün bir tRNA vardır. Her tRNA kendine ait aminoasiti taşır. tRNA'nın 3' ucunda bir CCA dizesi bulunur. Aminoasit buraya bağlanır. Sonra bu tRNA, kendine bağlanmış olan aminoasiti ribozoma götürür ve burada mRNA üzerindeki genetik koda uygun yere yerleşir. tRNA'nın mRNA üzerine yerleşen kısmına antikodon denir. tRNA mRNA üzerine bağlandıktan sonra, taşıdığı aminoasit yanındaki aminoasit ile birleşerek, polipeptid zinciri uzar.

Tüm RNA'ların %15'ini oluşturur.

rRNA

Bunlar sitoplazmada ribozomlarda bulunurlar. Ribozomlar protein sentezinin olduğu yerdir. Ökaryotik hücrelerin içerisinde 4 farklı büyüklükte rRNA bulunur: 28S, 18S, 5.8S ve 5S. Hücredeki RNA'ların %80'i rRNA'lardır.

Not: S birimi (Svedberg), bileşiğin molekül ağırlığı ile ilgili bir birimdir.

RNA'nın yapısı

RNA'lar da DNA'lar gibi birbirlerine fosfodiester bağları ile bağlanmış mononukleotidlerden meydana gelmişlerdir. Ama şeker olarak deoksiriboz yerine riboz, baz olarak ise timin yerine urasil içerirler.

Bir organizmanın genetik yapısını DNA üzerinde bulunan deoksiribonukleotid dizeleri belirler. Ama bu genetik yapının fonksiyon görebilmesi için, yani ifade edilebilmesi için, ribonukleik asitler (RNA) gereklidir. Önce DNA üzerindeki genetik bilgiler, RNA polimeraz enzimi aracılığıyla RNA molekülleri üzerine kopyalanır (transkripsiyon işlemi). Bu RNA'lara haberci RNA (mRNA) denir. mRNA'lar genetik bilgileri sitoplazmaya taşırlar ve burada ribozomların üzerinde yerleşirler. Ribozomlar ise ribozomal RNA (rRNA)'lardan meydana gelmişlerdir. Ribozomlar üzerine yerleşen mRNA'lardaki genetik bilgilere uygun olarak, sitoplazmada bulunan aminoasitler, taşıyıcı RNA (tRNA) tarafından alınarak mRNA üzerindeki uygun yerlere yerleştirilirler. Daha sonra bu aminoasitler birbirleri ile birleşerek proteinleri yapar (translasyon işlemi).

DNA üzerinde RNA sentezinin nerede ve ne sıklıkla olacağı, nereye kadar süreceği DNA dizelerinde bulunan bazı sinyaller tarafından kararlaştırılır. Bir hücrede bulunan DNA üzerindeki bazı genler transkripsiyona uğrayarak ifade edilebilirlerken, aynı genler başka bir hücrede ifade edilmeyebilirler. İşte bu nedenle farklı cins hücrelerin fonksiyonları da farklıdır, yani hücrelerin fonksiyonel olarak birbirinden farklı olması, DNA'daki transkripsiyon olayının farklılığına bağlıdır.

Nükleotidler

DNA'nın yapısında nukleotidler bulunur. Nukleotidler ise bir baz, şeker olarak bir pentoz monosakkaridi, ve fosfat grubundan meydana gelir. Bu şeker eğer riboz ise ribonukleozid (RNA'da) deoksiriboz ise deoksiribonukleozid (DNA'da olduğu gibi) meydana gelmiş olur (ribozun 2. karbonunda hidroksil grubu yoksa buna deoksiriboz denir).

Bazlar pürin veya pirimidin olmak üzere 2 grup halindedir. Pürin bazları hem DNA hem de RNA'nın yapısında bulunurlar: adenin ve guanin. Pirimidinlerden ise sitozin hem DNA hem de RNA'da bulunurken, urasil sadece RNA'da timin ise sadece DNA'da bulunur. Timin'de bir metil grubu varken, urasil'de yoktur.

Bir baz ile pentoz şekeri birleşince bir nukleozid denir. Buna fosfat grubu eklenince nukleotid adını alır. Fosfatlar pentozun 5' ucundaki karbon atomuna bağlı OH grubuna bağlanırlar. Aslında fosfat bağları iki nukleotidin birbirine bağlanmasında rol alırlar ve bu nedenle bir nukleotidin 5' ucundaki OH grubuna diğer nukleotidde ise 3' ucundaki OH grubuna bağlanarak, iki nukleotidi birleştirmiş olurlar.

Eğer pentozun 5' ucuna 1 adet fosfat grubu eklenmişse nukleotid monofosfat (örneğin AMP), 2 adet fosfat grubu eklenmişse nukleotid difosfat (örneğin ADP), 3 adet fosfat grubu eklenmiş ise nukleotid trifosfat (ATP) adı verilir.

DNA'nın yapısı

DNA bir polideoksiribonükleotid'dir, yani çok sayıda deoksiribonukleotid bir araya gelerek DNA'yı oluşturur. Nükleotidler bir pentoz şekerinin (DNA'da deoksiriboz, RNA'da bunun 2. karbonuna bağlı bir hidroksil grubu eksiktir; riboz) bir baz (pürin veya pirimidin bazlarından biri) ve bunu diğer nükleotidlere 3'-5' fosfodiester bağı ile bağlayan bir fosfat grubundan oluşur. Fosfodiester bağı ile bir nükleotidin deoksipentozuna ait 5'-hidroksil grubu diğer nukleotidin deoksipentozuna ait 3'-hidroksil grubuna bir fosfat grubu aracılığıyla bağlanmıştır. İşte deoksiriboz-fosfat iskeleti, DNA zincirinin ana çatısını oluşturur. DNA iki zincir halinde ve iki zincir birbirine heliks yapacak tarzda sarılı bulunur. İki zincirin ortasında ise bazlar vardır. Her bir zincirdeki bazlar karşı zincirdeki sadece bir çeşit bazla birbirlerine bağlanır: Daima Adenin-Timin ile, Sitozin-Guanin ile eşleşir. Adenin ve Timin arasında 2, Guanin ve Sitozin arasında ise 3 hidrojen bağı vardır. RNA'da DNA'dan farklı olarak timin yerine urasil bulunur.

Fosfodiester bağları fosfodiesterazlar, ya da genel olarak adlandırıldığı gibi nükleazlar tarafından parçalanırlar. Bazlar arasındaki hidrojen bağları ise pH değişikliğinde veya ortamın ısısı artarsa parçalanırlar ve iki heliks denatüre olarak birbirinden ayrılır.

DNA Structure

DNA is composed of several different subunits. The backbone of the molecule is made of a sugar called deoxyribose. The deoxyribose is held together by phosphate groups. Deoxyribose also forms bonds with the four bases, adenine (A), cytosine ( C), thymine (T) and guanine (G). Figures 8.1-8.6 depict how the subunits are assembled in a DNA molecule. In these figures, black represents adenine, white thymine, dark gray guanine, and light gray cytosine.

The ultimate nanomachine is a molecular-scale entity which can build copies of itself from simple raw materials. That is what evolution provided in DNA, DeoxyriboNucleic Acid. Almost all organisms build their infrastructure from proteins generated as chains of a few simple building blocks known as amino acids. The protein molecule is determined by the particular sequence and that sequence is encoded in the DNA molecule. In the nanofuturistic world of Eric Drexler, artificial DNA is designed and fabricates as the blueprint to build inorganic machines, even cars or rocket ships, from a "nutrient" bath. The idea of artificial DNA out of control leads some futurists to worry an all-consuming grey goo.

Learn more about DNA Learn about DNA as an engineering-tool molecule for nanotechnology.

DNA VE KUANTUM DENEYLERİ

“Isaiah Etkisi” ve “Sifir Noktasina Uyanis” adli kitaplarin yazari
Gregg Braden tarafindan yazilan “Iyilestirici Kalpler/Iyilestirici
Uluslar : Barisin ve Duanin Gücünün Bilimi”nden alinmistir. Bu
kitaplarda, eski spiritüel geleneklerden gelen dev miktarda bilgiyi
( Iskenderiye’deki kütüphane yakildiginda, en az 532,000 döküman
yitirdik) geçmiste nasil kaybettigimizi ve bilimin gizemlerinin
bazilarini anlamamiza yardimci olacak bu geleneklerdeki
bilginin mevcut olabilecegini tartismaya basliyor. Braden, üç tane
çok ilginç deneyi bildiriyor.

Gregg Braden bu büyük sorularin pesine düsmeden önce, bir bilim
adami ve mühendis olarak çalisiyordu.

DENEY 1 : Onun bildirdigi ilk deney bir kuantum biologu olan
Dr.Vladimir Poponin tarafindan yapilmistir. Bu deneyde, önce bir kap
bosaltiliyor (kabin içinde vakum yaratiliyor) ve sonra kap içinde
sadece fotonlar (isik parçaciklari) birakiliyor. Fotonlarin
dagilimini (yerlerini) ölçüyorlar ve fotonlarin kap içinde tamamen
rasgele bir sekilde bulunduklarini saptiyorlar.
Bu beklenen sonuç.

Daha sonra kabin içine DNA yerlestiriliyor ve fotonlarin dagilimi
(yerleri)tekrar ölçülüyor. Bu kez fotonlarin DNA ile uyumlu olarak
BIR SIRA UZERINDE ve DUZENLI bir sekilde olduklari kesfediliyor.
Baska bir deyisle, fiziksel DNA, fiziksel - olmayan fotonlari
etkilemistir.

Bundan sonra, DNA kaptan aliniyor, ve fotonlarin dagilimi tekrar
ölçülüyor.Fotonlar, DNA nin bulunmus oldugu yerde, sirali ve DUZENLI
olarak kaliyor. Isik parçaciklari neye baglandi ?

Gregg Braden, YENI bir enerji alaninin, bir enerji aginin mevcut
oldugunu kabul etmek zorunda oldugumuzu ve DNA nin bu fotonlarla bu
enerji araciligi ile iletisim kurdugunu söylüyor.

DENEY 2 : Bu deney ordu tarafindan yapildi. DNA için vericilerden
lökositler (beyaz kan hücreleri) toplandi ve elektriksel
degisimlerin ölçülmesi için kutucuklara yerlestirildi. Bu deneyde,
verici bir odaya yerlestirildi ve vericide degisik duygular üreten
video klipler vasitasi ile “duygusal stimulasyon”a maruz birakildi.
DNA ayni binada farkli bir odaya konuldu. Hem verici hem de onun
DNAsi monitör ile denetlendi ve verici duygusal inisler veya
çikislar gösterirken (elektriksel yanitlar olarak ölçüldü), DNA TAM
AYNI ANDA TAMAMEN AYNI YANITLARI VERDI. Bir süre geçtikten sonra
yanit geldigi olmadi.
DNA nin zaman içindeki inis ve çikislari vericinin inis ve
çikislarina TAM OLARAK UYDU.

Ordu , DNA yi vericiden en fazla ne kadar uzaklastirirsa ayni etkiyi
elde edebilecegini görmek istedi. DNA ve vericiyi 50 mil ayirdiktan
ve HALA AYNI sonucu elde ettikten sonra, teste son verdiler. Zaman
farki yoktu, zaman kaybi yoktu. DNA ve verici zaman içinde tamamen
ayni yanitlari verdiler. Bu ne anlama gelebilir ?

Gregg Braden bunun, canli hücrelerin önceden farkina varilmamis olan
bir enerji formu vasitasi ile iletisim kurdugu anlamina geldigini
söylüyor. Bu enerji zaman ve mesafeden etkilenmez. Bu, enerjinin
mekansiz bir seklidir, her zaman her yerde mevcut olan bir
enerjidir.

DENEY 3 : Uçüncü deney Heart Math Enstitüsü tarafindan yapilmis ve
bununla ilgili makale su baslikla yazilmis : “DNA nin Sekilsel
Degisimleri Uzerinde Tutarli (uygun) Kalp Frekanslarinin Yerel ve
Mekansiz Etkileri” (Basliga bakmayin !Bilgi inanilmaz). Bu, anthrax
(sarbon) durumuyla direkt olarak ilgili bir deneydir.

Bu deneyde, bir kaç insan plasenta DNA si (DNA nin en eski zamana
ait/ilk sekli) içinden DNA daki degisikliklerin ölçülebilecegi bir
kabin içine yerlestirildi. 28 egitimli arastiriciya DNA nin yirmi
sekiz küçük sisesi verildi (her birine bir sise.) Her bir
arastiriciya nasil duygu üretecegi ve HISSEDECEGI ögretildi ve her
biri güçlü duygulara sahipti.

Bulunan sey suydu ; DNA, arastiricinin duygularina göre KENDI SEKLINI
DEGISTIRDI :

1. Arastiricilar minnettarlik, sevgi ve takdir HISSETTIGI zaman, DNA
GEVSEYEREK yanit verdi ve iplikler yaralanmamisti. DNA nin uzunlugu
daha fazla artti.

2. Arastiricilar öfke, korku, hayal kirikligi veya stres
HISSETTIGINDE, DNA DARALARAK (sikisarak) yanit verdi. DNA kisaldi ve
bizim DNA kodlarimizin çogunu KAPATTI ! Eger negatif hisler
tarafindan “kapandiginizi” hissettiyseniz, simdi bedeninizin de
neden esit olarak kapandigini biliyorsunuz. Arastiricilar
tarafindan sevgi, nese, minnettarlik ve kabul hisleri tekrar
hissedildiginde,DNA kodlarinin kapanmasi tersine döndü ve kodlar
tekrar açildi. Bu deney daha sonra HIV - pozitif hastalarla test
edilerek tekrarlandi. Sevgi,minnettarlik ve kabul hislerinin, bu
hisler olmadan ölçülen DIRENÇten 300,000 KEZ büyük DIRENÇ gösterdigi
kesfedildi. Böylece,saglikli kalmaniza yardimci olabilecek seyin
yaniti budur, hangi korkutucu virüs veya bakteri etrafinizda
yüzüyor olursa olsun. Nese, sevgi, minnettarlik ve takdir/kabul
hisleri içinde kalin !

Bu duygusal degisimler elektro - manyetiklerin etkisinin ötesine
geçmistir.Derin sevgi içinde olmayi ögrenmis bireyler DNA larinin
seklini degistirmeye muktedirdir. Gregg Braden, bunun yaradilisin
tümünü birbirine baglayan yeni farkina varilan bir enerji formunu
gösterdigini söylüyor. Bu enerji, her seyi birbirine baglayan SIKICA
ORULMUS bir AG gibi görünüyor. Esasen, TITRESIMIMIZ vasitasi ile
yaradilisin bu agini etkileme gücümüz var.

OZET : Bu deneylerin sonuçlari bizim simdiki durumumuzla nasil
uyusur ? Bu, her ne oluyorsa olsun, güvende kalmak için bir zaman
hattini nasil seçebilecegimizin ötesindeki bilimdir. Gregg
Braden’in “Isaiah Etkisi”nde açikladigi gibi, temelde zaman sadece
lineer degildir (geçmis, simdi ve gelecek), ayrica bir derinligi
vardir. Zamanin derinligi tüm olasi dualari ve edilmis veya mevcut
dualarin zaman hatlarini içerir. Aslinda, bizim tüm dualarimiz
önceden yanitlanmistir. Biz, sadece HISLERIMIZ vasitasi ile
yasamakta oldugumuz dualari aktive ediyoruz. Bu, bizim realitemizi
nasil yarattigimizdir : onu hislerimizle seçerek. Hislerimiz
Evren’deki enerjinin ve maddenin tümünü birbirine baglayan
yaradilisin agi vasitasi ile zaman hattini aktive ediyor.

Evrenin yasasinin, odaklandigimiz seyi kendimize çektigimiz oldugunu
hatirlayin. Eger gelebilecek bir korkuya odaklaniyorsaniz, Evren’e
korktugunuz seyi size göndermesi için kuvvetli bir mesaj
gönderiyorsunuz. Bunun yerine, kendinizi nese, sevgi, kabul veya
sükran duygularina getirebilirseniz ve hayatiniza bunlardan daha çok
getirmeye odaklanirsaniz, negatif seylerden otomatik olarak kaçinmis
olursunuz. Hislerinizle farkli bir zaman hattini seçiyor olursunuz.
Inanilmaz derecede kuvvetli bir bagisiklik sistemini
sürdürecek bu pozitif duygularda kalarak anthraxa veya herhangi
grip, virüse vs. yi yakalanmayi önleyebilirsiniz.

DNA ile Kiyaslama

RNA ve DNA, üç ana özellikleriyle birbirlerinden farklılık gösterirler. Birincisi, DNA çift iplikçikli olmasına karşın, coğu biyolojik fonksiyonunda RNA tek iplikçiklidir, ve DNA'dan çok daha kısadır. İkincisi, DNA'yı oluşturan şeker molekülleri deoksiriboz, RNA'yı oluşturanlar ise ribozdur, yani DNA'da pentoz halkasının 2' konumunda bir hidroksil grubu yoktur, RNA'da ise pentoz halkasının iki hidroksil grubu vardır. Rna'da fazladan bulunan hidroksil grupları, hidroliz nedeniyle onun DNA'dan daha az dayanıklı olmasına neden olur. Üçüncüsü, adenin bazını tümleyen baz DNA'daki gibi timin değil, urasildir.

50S ribozomal altbirim. RNA turuncu, protein mavidir. Aktif merkez ortadadır (kırmızı).RNA genelde tek iplikçikli olmasına rağmen, çoğu RNA molekülü katlanarak baz eşleşmesi ile çift sarmallı bölgeler oluşturur. DNA'dan farklı olarak RNA'lar uzun çift iplikçikli sarmallar değil, birbirine sıkıca sokulmuş kısa sarmallardan oluşur. Bu baz eşleşmeleri RNA molekülüne belli bir şekil verir ve bazların fonksiyonel grupların bir araya gelmesi sonucu reaktif özelliğe sahip olan yapılar ortaya çıkar. Bu sayede RNA, bir enzim gibi, kimyasal katalizör olarak işlev verebilir.[13] Örneğin, peptit bağını oluşturan bir enzim olan ribozomun aktif merkezi tamamen RNA'dan oluşmaktadır.

RNA Yapisi

RNA'daki her nükleotit bir riboz şekeri içerir, bunun karbonları 1' ila 5' olarak numaralandırılır. 1' konumuna bir baz bağlıdır, genelde adenin (A), sitozin (C), guanin (G) veya urasil (U). İki riboz arasında bir fosfat grubu vardır, bu fosfat bir ribozun 3' konumuna, öbür ribozun ise 5' konumuna bağlıdır. Fizyolojik pH'de fosfat grubu negatif bir yük taşıdığı için RNA yüklü bir moleküldür (polianyon). Bazı bazlar arasında hidrojen bağları oluşabilir: sitozin ve guanin, adenin ve urasil ve bazen guanin ve urasil arasında bu tür bağlar oluşur.[1] Ancak, RNA zinciri çeşitli şekiller alabildiği için bunlardan başka baz-baz etkileşimleri de mümkündür, örneğin bir grup adenin birbiriyle bağlanarak RNA zincirinde bir tümsek oluşturabilir,[2] veya GNRA dörtlüsü'nde bir guanin-adenin etkileşimi olur.[1]


RNA'nın kimyasal yapısıRNA'yı DNA'dan farklı kılan önemli bir fark, riboz şekerin 2' konumundaki hidroksil grubudur. Bu fonksiyonel grubun varlığı c3'-endo şeker konformasyonunu zorunlu kılar, buna karşın DNA'nın deoksiriboz şekerinin C2'-endo konformasyonu vardır. bunun sonucu olarak RNA'nin çifte sarmallı kısımları A-şekilli olur, DNA'da yaygın olarak görülen B şekilli sarmaldan farklı olarak.[3] A-şekilli sarmalın büyük oyuğu B şekilli sarmala kıyasla daha derin ve dardır, küçük oyuğu ise sığ ve geniştir.[4] 2' hidroksil grubunun ikinci bir etkisi ise, RNA'nın esnek olan bölgelerinde (yani çift sarmal oluşturmamış kısımlarında) bu hidroksil grubunun yanındaki fosfodiester bağa saldırıp şeker-fosfat zincirin kesilmesine neden olabilmesidir.[5]

RNA transkripsiyonu sırasında sadece dört baz kullanılır (adenin, sitozin, guanin ve urasil)[6] ama ergin RNA'larda pekçok değişime uğramış şeker ve baz vardır. Psödouridin (Ψ) adlı nükleozitte urasil ile riboz arasındaki bağ, bir C-N bağından C-C bağına değişmiştir. Psödouridin ve ribotimidin (T) beraberce çeşitli RNA'larda görülür, özellikle tRNA'ların TΨC ilmiğinde.[7] Değişime uğramış bazlardan bir diğeri olan hipoksantin, deamine olmuş bir guanin bazıdır, nükleozit hali inosin olarak adlandırılır. Genetik kodun değişkenliğinin açıklanmasında inosin anahtar bir rol oynar.[8] Değişime uğramış 100'e aykın nükleozit bilinmektedir,[9] bunların arasında psödouridin ve 2'-O-metilribozlu nükleozitler en yaygın olanlarıdır.[10] Bu modifikasyonların çoğunun işlevi bilinmemektedir. Ancak ribozomal RNA'da çoğu transkripsiyon sonrası modifikasyon, ribozomun en işlevsel bölgelerinde, örneğin peptidil transferaz merkezinde ve altbirim arayüzlerinde yer alması kayda değerdir, bu nedenle bu modifikasyonların normal fonksiyon için gerekli olduğu anlaşılmaktadır.[11]


telomeraz'daki RNA'nın ikincil yapısı.Tek iplikçikli bir RNA'nın işlevsel şekli, tıpkı proteinlerde olduğu gibi, çoğu zaman belli bir üçüncül yapı gerektirir. Bu yapının iskeleti, molekülün içindeki bazlar arasındaki hidrojen bağlarıyla ortaya çıkar. Bu şekilde firkete yapısı, tümsek ve ilmik gibi belli ikincil yapı elemanlarından oluşan bölgeler ortaya çıkar.[12] Bir RNA dizisinin nasıl bir üç boyutlu şekil alacağının tahmini halen aktif bir araştırma konusudur.

RNA

Ribonükleik asit veya RNA bir nükleik asittir, nükleotitlerden oluşan bir polimerdir. Her nükleotit bir azotlu baz, bir riboz şeker ve bir fosfattan oluşur. RNA pekçok önemli biyolojik rol oynar, bunların arasında DNA'da taşınan genetik bilginin proteine çevirisi (translasyon) ile ilişkili çeşitli süreçlerde de yer alır. RNA tiplerinden olan mesajcı RNA, DNA'daki bilgiyi protein sentez yeri olan ribozomlara taşır, ribozomal RNA ribozomun en önemli kısımlarını oluşturur, taşıyıcı RNA ise protein sentezinde kullanılmak üzere kullanılacak aminoasitlerin taşınmasında gereklidir. Ayrıca çeşitli RNA tipleri genlerin ne derece aktif olduğunu düzenlemeye yarar.

RNA, DNA'ya çok benzer olmakla beraber ama bazı yapısal ayrıntılarında farklılık gösterir. Hücre içinde RNA genelde tek zincirli, DNA ise genelde çift zincirlidir. RNAnükleotitleri riboz içerirler, DNA ise deoksiriboz (bir oksijeni atomu eksik olan bir riboz türü) vardır. DNA'da bulunan timin bazı yerine RNA'da urasil vardır ve genelde RNA'daki bazlar ayrıca kimyasal modifikasyona uğrar. RNA, RNA polimeraz enziminin DNA'yı okuması (transkripsiyonu) ile sentezlenir ve ardından başka enzimler tarafından işlenerek değişime uğrar. Bu RNA işleyici enzimlerin bazıları kendi RNA'larını içerirler.

DNA'DAKİ MUCİZE

İnsanlık tarihinin önemli bir dönüm noktasında yaşıyoruz. Bu dönüm noktasının en önemli özelliklerinden biri, bir zamanlar bilimsellik maskesi altında tüm dünyaya empoze edilen materyalist felsefenin, bizzat bilim tarafından yıkılmasıdır. Materyalizm, yani herşeyin maddeden ibaret olduğunu zanneden ve Allah'ın varlığını inkar eden felsefe, aslında putperestliğin çağdaş şeklidir. Bilindiği gibi eski putperestler taştan ve tahtadan yapılma totemlere, yani cansız maddi varlıklara tapınır, bunları ilah kabul ederlerdi. Materyalist felsefe ise, insanın ve tüm canlıların atomlar ve moleküller tarafından yaratıldığı inancına dayanmaktadır. Yani yine cansız maddi varlıkları "ilah" kabul etme söz konusudur. Materyalizmdeki bu batıl inanca göre, cansız atomlar her nasılsa tesadüfen kendi kendilerini düzenlemişler, zamanla hayat ve bilinç kazanmışlar ve son olarak da insanı var etmişlerdir.

Materyalizmin bu batıl inancına "evrim" adı verilir. İlk kez eski Sümer'deki ve sonra da Eski Yunan'daki putperest kültürlerde ortaya atılan "evrim" inancı, 19. yüzyılda bir grup materyalist bilim adamı tarafından adeta diriltilmiş ve dünyanın gündemine getirilmiştir. Charles Darwin bu bilim adamlarının en ünlüsüdür. Ortaya attığı evrim teorisi, 150 yıl boyunca bilim dünyasını oyalamış, yanlış olduğu görülmesine rağmen ideolojik nedenlerle yaşatılmıştır.

Ancak başta da belirttiğimiz gibi materyalizm günümüzde büyük bir gürültüyle çökmektedir. 19. yüzyıla yön veren üç önemli materyalist fikir adamı olduğu söylenir: Freud, Marx ve Darwin. İlk ikisinin teorileri geçtiğimiz 20. yüzyıl içinde denenmiş, incelenmiş ve sonunda geçersizlikleri anlaşılarak birbiri ardına reddedilmiştir. Darwin ise içinde bulunduğumuz dönemde yıkılmaktadır.

2000 yılının Haziran ayı içinde yaşanan bazı önemli gelişmeler, materyalizmin bu büyük çöküşüne hız kazandırdı.

Önce, ışık hızını aşma amacıyla deney yapan bilim adamları, tüm bilimsel kabulleri alt-üst eden bir bulguyla karşı karşıya geldiler. Işık hızının kat kat aşıldığı bir deney ortamında, deneyin sonucunun sebebinden daha önce gerçekleştiğine hayretle şahit oldular. Bu, 19. yüzyılda materyalist temellere dayanarak ortaya atılan "nedensellik" iddiasının çürümesi anlamına geliyordu. Bir gazete manşetinde konu "sebepsiz sonuç olabileceği ve bir olgunun sonunun, başından önce meydana gelebileceği kanıtlandı" diye özetlendi. Gerçekten de bir olayın sonucunun sebebi gibi gözüken olaydan önce gerçekleşmesi, tüm olayların ayrı ayrı yaratıldığının bilimsel bir delilidir ve materyalist dogmayı tamamen yıkmaktadır.

Bundan bir kaç hafta sonra, Darwinistler'in bir yüzyılı aşkın bir süredir "en büyük fosil delilimiz" dedikleri Archaeopteryx adlı kuş fosilinin Darwinizm'e delil değil darbe olduğu ortaya çıktı. Ancak "kuşların ilkel atası" olduğu iddia edilen bu fosilden tam 75 milyon yıl daha eski olan ve günümüz kuşlarından farkı olmayan bir fosil bulununca, evrimciler şok geçirdiler. Eski haberlerinde Archaeopteryx'i "kuşların ilkel atası" gibi gösteren ve "kuşlar dinozorlardan evrimleşti" iddiasını savunan Milliyet gazetesi bile, 25 Haziran 2000 tarihli sayısında, "Kuşların Atası Kuş Çıktı" başlıklı haberi yayınlamak zorunda kaldı.

Son olarak da, insanın gen yapısını çözmek için yürütülen İnsan Genomu Projesi sonuçlandı ve Allah'ın canlıları ne denli üstün bir yaratılışla var ettiğini ortaya koyan "genetik bilgi"nin detayları insanlığın önüne serildi. Bugün bu projenin sonuçlarını inceleyen, tek bir insan hücresinde binlerce ansiklopedi sayfasını dolduracak kadar bilgi saklandığını öğrenen her insan, bunun ne kadar büyük bir yaratılış delili olduğunu kavramaktadır.

Ancak evrimciler gerçekte kendi aleyhlerinde olan bu son gelişmeyi, çarpıtmaya ve "evrim" delili gibi göstermeye çalışıyorlar. En küçük bir bakterinin bile DNA zincirinin nasıl oluştuğunu açıklayamayan evrimciler, "insan genleri hayvan genlerine benziyor" gibi bilimsel bir mana ifade etmeyen, sadece toplumu yönlendirmek amacı güden mesajlar vermeye çalışıyorlar. Bazı basın kuruluşları ise, hem konu hakkındaki bilgisizlikleri hem de önyargıları nedeniyle, İnsan Genomu Projesi'nin "evrime kanıt" sağladığını zannediyor veya öyle göstermeye çalışıyorlar.

Bu çalışmada söz konusu evrimci yanılgılar açıklanmakta, yaratılışa karşı getirilen itirazların mantıksızlığı ve yüzeyselliği ortaya konmaktadır. Son bilimsel bulguların Darwinizm'e ne denli büyük bir darbe indirdiği de açıkça gözler önüne serilmektedir.

Bu çalışmayı okuduğunuzda, Allah'ı inkar eden materyalist felsenin artık son çırpınışlarını yaptığını ve insanlığın 21. yüzyılda bu gibi aldatmacalardan kurtularak gerçek yaratılış amacına döneceğini siz de göreceksiniz.

DNA ÖRNEK NASIL ALINIR ?

Kimlik tayini testlerinde yıllardır kan yerine pamuklu çubuk (swab) ile alınan ağız içi derisi (mukoza) örnek olarak kullanılmaktadır. Bu yolla örnek almak için baba adayı, çocuk, (varsa) anne değişik şehirlerde olabilirler. Identigene'den tedarik edilecek zarf içindeki çubuğu örnek alınacak kişinin dudak içine 5-6 kez sürtmek DNA testi için yeterlidir. Dikkat edilmesi gereken konular çubuğu zarfa sokarken başka bir madde ile temas etmemesi ve iç ve dış zarfların doğru ve itinalı bir şekilde doldurulmasıdır. Bu şekilde aynı anda yada değişik zamanlarda İrtibat Büromuza ulaştırılan örnekler Houston laboratuarımıza gönderilmektedir.
Anne karnındaki bebeğin testi için ceninden örnek gereklidir. Dpğmamış çocuklar için anneden amniosentez prosedürü sırasında doktor ile koordineli şekilde örnek alınabilir.

1970'li yıllardan önce kullanılan kırmızı kan kürevyesi antijeni testi ABD mahkemeleri tarafından babalık gibi davalarda yaptırılmakla beraber bunların ancak %85 hassasiyeti (yani %15 hata payı) olduğu bilinmekteydi. Bu yıllarda geliştirilen Human Leukocyte Antigen (HLA) testi bu hassasiyeti %90'a çıkartmıştı. DNA testi ile bu kesinlik oranı %99,9'un üzerine çıkartılmıştır. ABD mahkemeleri artık cinayet, tecavüz vb. Davalarında DNA testi olmadan karar vermemektedir.

Babalık tayini, yalnız Türkiye nin meselesi değil. Dünyada babalık tayini ile ilgili bir hareketlenme var. İngiliz Kadın Doğum Uzmanı Dr. E. Phillip in verdiği rakamlara göre: İngiltere nin güney doğusunda bir kasabadaki 300 kadın arasında yapılan kan testi sonucunda çocukların yüzde 30 unun taramada kan örnekleri alınan babalara ait olmadığı tespit edilmiş.

Ülkemizde de babalık tayini için DNA testi isteyenlerin sayısında önemli bir artış var. Bu amaçla hizmet veren Identigene firmasının Türkiye irtibat bürosu yıllardır faaliyet gösteriyor.

Merkezi Houston, Texas ta (ABD) bulunan Identigene Inc. şirketi DNA yolu ile babalık ve diger kimlik tayini testlerini iki yıldır Türkiye de sunmakta. Identiplex teknolojisi ile 4 is gününde tamamlanan bu testler anneden örnek alınır ise USD 900, anneden alınmaz ise USD 1000 e mal olmakta. Kimlik bildirme zorunlulugu bulunmayan bu testlerde kesinlik oranı %99,9 un üzerinde. Baba ölmüş ise baba adayının yakın akrabalarından alınan örneklerle DNA testi yapılıyor. Test kişiye özel bir rapor niteliği taşıyor ve hukuki olarak kanıt / belge niteliği taşımıyor. Raporların ABD deki noterden tasdikli olarak Türkiye İrtibat Bürosu tarafından iletildigi bu ve diger kimlik ve akrabalık testleri hakkında Identigene Inc. İstanbul İrtibat Bürosu ndan daha fazla bilgi alınabilir.

İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Enstitüsü tarafından da DNA testi yapılıyor. Adli Tıp Enstitüsü nün DNA analizi yapan bir laboratuvarı var. Adli Hemogenetik Merkezi nde annelik-babalık ve akrabalık belirlenmesine ve kan, kemik, kıl, sperm, idrar vb. ile kimlik tespiti yapılıyor. Mahkeme ve özel başvurulara bilirkişi olarak hizmet veriliyor. Kanların mahkeme kanalı ile gelen posta kitleri dışında, kesinlikle enstitüsü içinde alınması gerekiyor. Mahkeme kanalında da ancak huzurda kan alınıyor.

Babalık davalarında son birkaç yıldır kit uygulaması yapılıyor. Kitlerin fiyatları dolara endeksli. Kitin içindeki her malzeme ithal ediliyor. Üç kişilik bir aile için bu analizin fiaytı yaklaşık olarak 1200 dolar. Bu fiyata yalnızca tahlil değil hukuki danışmanlıktan psikolojik danışmanlığa kadar herşey dahil. Raporun çıkmasına kadar işlemler bir ay sürüyor.

NASIL YAPILIYOR?
Her insandaki DNAnın yarısı anneden diğer yarısı ise babadan geliyor. Buna iki insanın arasında akrabalık bağını anlamak için DNA kümesi arasındaki boşluklara bakılıyor. Testler ya yüzde 0 çıkıyor ya da yüzde 99,9 un üstünde çıkıyor. Arada bir başka rakamın çıkması söz konusu değil. Yani çocuk ya A kişinin babasıdır, ya değildir. Örneğin yüzde 80 babasıdır gibi bir rakam çıkmıyor.

Ağzın içindeki deriden bir pamuklu çubuğu sürterek alınan örnekler, DNA tipini kan örneği kadar tedaylı ve hasassas olarak veriyor.

Test sonuçları noterden tasdikli bir raporla kişilere bildiriliyor.
Test sonuçları yalnızca test yaptıran kişiye veriliyor. Sonuçlar telefonla açıklanmıyor.
İstendiğinde kimlik açıklanmayabiliyor.
Anne karnındaki bebeğin testi için ceninden aminosentez yoluyla örnek alınabiliyor.

DNA nedir?

Genetik bilgi bir dil gibidir. Biz alfabemizdeki harfleri bir araya getirerek kelimeleri, sonra da kelimeleri birleştirerek cümleleri, sonra paragrafları ve kitapları yazarız. DNA’da ise:
§ Alfabe sadece 4 harften ibarettir
§ Her harf baz veya nükleotid denilen kimyasal bir molekülü temsil eder
§ Kodon adı verilen genetik kelimeler bu harflerden oluşmuştur
§ Diğer dillerden farklı olarak genetik dilde bütün kelimeler (kodonlar) sadece 3 harften müteşekkildir
§ Bu kelimeler bir araya gelerek genler adını verdiğimiz cümleleri oluştururlar
§ Bütün cümleler bir araya gelerek genetik bilginin tamamını içeren bir kitabı yani genomu meydana getirirler.
DNA (Deoksiribonükleik asit); karbon, hidrojen, oksijen, azot, fosfat atomlarından oluşan ve hücrenin bütün hayati fonksiyonlarında rol alan dev bir moleküldür. DNA’yı oluşturan nükleotidler üç bölümden meydana gelmişlerdir:
· Baz : Adenin (A), Timin (T), Guanin (G), Sitozin (C)
· Şeker (5 karbonlu karbonhidrat)
· Fosfat grubu
Birbirlerine fosfat bağları ile bağlanmış şeker dizilerinde her bir şekere bir baz da bağlıdır. Bu DNA’nin bir zincirini oluşturur.

Daha Yeni Kayıtlar Ana Sayfa

eXTReMe Tracker